Bizi var eden, evrenle ve toplumla kıvrımlaşan ilişkilerden koparılmış bir bedenin kendi uzuvlarına da yabancılaşması kaçınılmaz gibi görünüyor. Tecrit etmek, bedeni kıvrımlarından budamaktır ve kıvrımlarla başka bedenlerin içine sızan, evrende anaforlar meydana getiren beden budandığında beden olmaktan çıkıyor

İktidarın matematiği sadece ve sadece noktayı ve doğru çizgiyi tanır. Doğru yoldan sapanları, kıvrımlaşarak başka bedenlerle dalgalanan bedenleri doğrultmak için tecrit hücresini inşa etmiştir. Her türlü ilişkiden yalıtılmış bedenlerin eğriliğini, kıvrımlarını düzeltmek için önce noktalaştırıyor bedenleri, sonra kendi tepe noktası ile hücredeki nokta arasında düz bir çizgi çekiyor. Doğru yolu gösteriyor bedenlere.

KENDİ UZUVLARINA YABANCILAŞAN BEDEN!
Yirmi iki buçuk yıl gibi uzun bir süre cezaevinde ağır tecrit koşullarında kalan, Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) ilk ekibinden Irmgard Möller, hücrede bedeniyle ilgili yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Hatırladığım, tecritte kendi vücuduma bile yabancılaştığımdı. Bugün tekrar kendi vücudumla ilgili normal duygulara sahibim. Mesela o günlerde dizimle kafam arasında inanılmaz bir mesafe varmış gibi geliyordu ya da bacağımın bana ait olmadığı hissine kapılıyordum. Böyle olmasının nedeni de sürekli olarak kapalı ve hiçbir değişikliğin olmadığı bir hücrede kalmamdı” (Hüseyin Karabey, Sessiz Ölüm, Video Röportaj, Metis). Bizi var eden, evrenle ve toplumla kıvrımlaşan ilişkilerden koparılmış bir bedenin kendi uzuvlarına da yabancılaşması kaçınılmaz gibi görünüyor. Tecrit etmek, bedeni kıvrımlarından budamaktır ve kıvrımlarla başka bedenlerin içine sızan, evrende anaforlar meydana getiren beden budandığında beden olmaktan çıkıyor.

OYUK İÇİNDE OYUK KIVRIM İÇİNDE KIVRIM
Sürekliliğin labirentinde yaşıyoruz. Labirent, eski Yunanca ’da kendi üzerine kıvrılmış anlamına geliyor. Yeryüzü, evren sürekli kıvrımlarla dalgalanan, farklı akıntılar ve dalgalardan oluşan devasa bir madde havuzuna benziyor. “Çok olan yalnızca birçok parçaya sahip olan değil, birçok biçimde kıvrılmış olandır da” diye yazıyordu Deleuze ‘Kıvrım’ kitabında (çev. Hakan Yücefer, Bağlam Yayınları). Sürekliliğin labirenti, akışkan kumun taneciklere bölünüp dağılması gibi bağımsız noktalara bölünüp dağılacak bir çizgi değildir. Bu labirent daha çok bir kağıt yaprağının ya da bir kumaşın kıvrımlara bölünmesi gibi düşünülmelidir. Cisim asla noktalara ya da en küçüklere bölünmeksizin, bazısı diğerlerinden küçük sonsuz sayıda kıvrım oluşur böylelikle. Her zaman oyuk içinde oyuk, kıvrım içinde kıvrım vardır. Maddenin birimi, labirentin en küçük öğesi, nokta değil, kıvrımdır.

Geçen hafta Galeri Zilberman’da sanatçı Clarina Bezzola’nın performansını izledik. İsviçre doğumlu sanatçı çalışmalarını New York’da sürdürüyor. Çok yönlü bir sanatçı olan Bezzola heykelciliğini ve şan eğitimini performans sanatıyla birleştirmiş. Grotesk diyebileceğimiz, devasa bir gövde olarak önce kendisini gizleyen çadırı yuttu performansının başlangıcında. Sonra sanatçının bu devasa gövdesinin içinden sanatçının inlemeleri eşliğinde başı göründü. Ve performans boyunca sanatçı şişman gövdesinin içini dolduran, kendi yaptığı yumuşak heykelleri şarkılar, konuşmalar eşliğinde teker teker çıkarıp attı. Sonunda da içini dolduran kıvrımlı nesnelerden tamamen kurtularak çırılçıplak kalarak sahneyi terk etti ve bizler de alkışladık.

İÇİMİZDEKİLERİN BEDENSEL ARAZLARI
İlk bakışta ruhsal bir arınma gibi görünüyor, alışıldık psikolojik yorumlamaya göre içimize attığımız her şey bir süre sonra bizi hareket edemez hale getirir ve bu ağır yükün altında kalan bireyde tinsel ve bedensel arazlar peyda olur. Sahnedeki sanatçının performansında çoğu kişi bu tür bir okuma yapmıştır herhalde. İçimizdeki kıvrımları teker teker atıp arınırsak sonunda özgürleşeceğimizi düşünüyoruz.  En sonunda gayet fit bedeniyle çırılçıplak kalması günümüzdeki beden takıntısına da gönderme yapıyor, sizler de çabalarsanız, gereksiz yere içimize aldığımız şeylerden kurtulursak ruhen ve bedenen fitleşebiliriz demeye getiriyordu.

Oysa koca gövdesiyle tarih öncesi dönemlere özgü bereket tanrıçalarını ya da Rabelais’nin Gargantua’sını andırıyordu ve bu grotesk bedenin sonunda Venüs benzeri bir kanonik bedene dönüşmesini izlerken tüm bir sanat tarihi geçti gözlerimin önünden.  Akışkan olan, kıvrımlarıyla yeryüzüne tutunan grotesk bedenin budanarak geometrik mekânın sayısal bedenine, iktidar matematiğinin noktasına indirgenmesini gördüm. Performans sırasında içini dolduran kıvrımlı nesnelerden kurtulurken sanatçı adeta yaşamla bağlarını da koparıyordu, içim acıdı.

Bir cornucopia (bereket boynuzu) gibi içini dolduran kıvrımlarla dışarı taşan ve yeryüzünün kıvrımlarıyla titreşen bedenlerin, kendilerini iktidarın tecrit hücresine yerleştirmelerini, tecridi gündelik bir olgu haline getirmelerini, tecridi içselleştirerek noktaya dönüştüklerini anlatıyordu bu performans bana göre; kendi rızasıyla kıvrımlarından kurtulan insanın nasıl da sayısal olarak mükemmel, ama ölü bir bedene dönüştüğünü.

Not: Clarina Bezzola’nın performansıyla aynı başlığı taşıyan ‘Tersyüz’ sergisi Galatasaray, Mısır Apartmanı, Galeri Zilberman’da 13 Nisan-10 Mayıs tarihleri arasında izlenebilir.