Direniş, adalet inancına ve değerler sistemine ters düşen her şeye karşı olmakla başlar. Bir kadın olarak fiziksel ve cinsel istismara rest çekerek başlar. İş yerindeki mobbinge ses yükselterek başlar. Evde eşlerden birinin narsisistik beklentilerine karşı durarak başlar. Bize düşen direnmektir ve direnişi bireyden topluma büyütmektir.

İnsan nasıl direnir?

NESLİ ZAĞLI

Ölüm isteğine karşı yaşama arzusu, inine çekilip uğuldamak yerine yaşamın tam ortasına yerleşip haykırmak ve zorlanınca un ufak olmak yerine tüm parçalarını toparlayıp kendini bir Japon vazosu gibi tamamlamak. Peki, insan nasıl direnir? Zorlayıcı koşullara, karmaşaya, belirsizliğe nasıl katlanır? Şu an içinde yaşadığımız distopik hali bir düşünün. En umutsuzumuz için bile öngörülemeyecek kadar akıl almaz bir durum. Biz bu iktidarın her gününde, yaşadığımız eşitsizlik, adaletsizlik ve zulüm karşısında umudu muhafaza edebilmek için insanüstü çabalar verdik. Biter elbet bu saltanat dedik, hiçbir canlı bir sarayda sonsuza kadar yaşamadı dedik, hesap verecekler dedik. Olmadı, olmadığı gibi her sabah daha koyu bir karanlığa uyandık.

Bir de üstüne dünya genelinde de yakan, yıkan ve savuran pandemi başladı. Sağlığa ve varlığa bir tehdit olarak yayılan virüs varken umuttan bahsetmek zorlaştı; aydınlık yarınları düşlemek imkânsızlaştı. Kapana kısılmış gibi bekliyoruz; sistem şeffaf değil, sistem dürüst değil, sistem birilerinin elinde oyuncak, sistem kurulların elinde akıldışı. Sağlık çalışanları her gün ölümle burun buruna savaşıyor, sağlık sistemi çökme sinyalleri veriyor, lebaleb kelimesini şahsı dışında kullanan temiz çamaşır hazırlamaya girişiyor. Resmiyetten uzak rakamlara göre bile her gün bir uçak dolusu insan ölüyor. Hesap soramadığımız kesin o halde ne yapalım? Kayıplarımızın yasını nasıl tutalım? Kendimiz ve sevdiklerimizden endişe etmekten nasıl vazgeçelim? Sessizliğimize gömülüp kadere mi sığınalım? Hayır, tam tersi daha tok ve gür bir sesle direnme; psikolojik, fiziksel ve politik olarak direnişi büyütelim.

Yarım asırlık bir ömüre adım adım yaklaşırken ve meslekte 21’inci seneme az kalmışken artık emin gibiyim; yaşama arzusu o veya bu şekilde baskın geliyor, hep gelecek. Son bir yılda kendi elleriyle yaşamına son veren çok kıymetli kayıplarımız oldu. Kimi ekonomik zorluklardan, kimi geleceksizlik hissinden, kimi de ne yaparsa yapsın tutunamamaktan. Peki, insan daldan dala gezerken ağaçlar arasında kendini boşluğa niye bırakır? İntihar elbette çok faktörlü bir ruh sağlığı sorunu ama bir yandan da sosyoekonomik, politik ve kültürel arka planı inkâr edilemez bir konu. Kalanlar nasıl kalıyor, neye tutunuyor ve nasıl direniyor? İnsan inanacak, tutunacak ve direnecek bir şey bulunca Direnebilir. Biri çıkar “Evladım” der. Ben onun güzel günlerini görmek için direniyorum, ne mutlu. Bir diğeri ben yaşama gücümü, her türlü dirayetimi dinden, ibadetten ve tevekkülden alıyorum der; insanın içine huzur veren her şey makbuldür. Diğeri kalabalığın ve sistemin tiz baskın sesi içinde sesim kayboluyor, bir grubun içinde örgütlenerek mücadele ediyorum der, selam olsun. Kimisi çiçeğe bahçeye, kimisi edebiyata, kimisi sosyal bağlara, kimisi aşka tutunarak direnir. Bilirsiniz aşk demir gücünde bir örgütlenmedir.

Asıl dert tutunup direnenlerde değil biliyorum. Boşluk duygusu içinde yaşayanlarda, hiçbir şeyde anlam bulamayanlarda, sesi duyulmayanlarda, ötekileştirilenlerde, yaşamın kıyısına itilenlerde. Bu insanları bilirsiniz, omuzları çökkün, bakışları künt, kaygılı ve umarsızdırlar. Onları uğruna direnecek bir şey bulmaya teşvik etmek neredeyse imkânsızdır. Geçenlerde Pelin Esmer adlı yönetmenin “İşe Yarar Bir şey” adlı keyifli filmini izledim. Filme dair ipucu vermek istemem ama bir insanın yaşama tekrardan tutunmasını sağlayabilecek nitelikte gördüğüm bir tesadüfün yaşamın içinde ötekileşmiş bir bireyi kurtaramadığını görmek beni sarstı. Çünkü sanırım direnmekten yorgun düşmüş insanlarda hep anlık bir farkındalığın mucize yaratmasını bekliyorum. Herkesin günü geldiğinde kabuğunu kırıp çıkmasını, paytak adımlarla da olsa yürümesini, tatlı tatlı cıvıldamasını ve yaşamın direnmeye değer olduğuna inanmasını. Ama bu akım fazlasıyla romantik ve romantizm naftalinli bir örgütlenme.

İşin gerçeğine dönelim. Kendimize bir bakalım önce. Ne haldeyiz, ne kadar yorgun, ne kadar vazgeçmişiz? Peki, bizi biraz olsun dinlendirecek bir şeyler var mı? Kendimizden yüksek beklentilerimizden sıyrılmak, bir mola almak, bir uğraş edinmek, anlaşıldığımızı hissettiğimiz ve merak de ettiğimiz bir bağda huzur duymak? Şimdi diyebiliriz ki ben bunları yaparım yapmasına da ya dış dünya. Yaşam pahalılığı, işsizlik, umutsuzluk, korku, geleceksizlik? Peki, çöp karıştıranlar, hayatına son verip eline iş ve aş yazanlar. Farkında mısınız bilmiyorum ama sosyal medyada her gün eğitimli insanların ne olur iş arayışıma destek olun serzenişleri artıyor. Başta sağlık emekçileri olmak üzere tüm emekçiler kapanan şeylerden muaf, onlar hep açık. En iyi ihtimalle emektar motorlarının üzerinde uyuya kalan emekçi kuryelerin, yoğun mesaiden ve virüs riskinden kolu kanadı kelimenin her anlamıyla kırılıyor. Virüs veya kaza nedeniyle vefat edenleri ise minnetle anmaktan başka bir şey gelmiyor elden. Pandeminin başında herkesin şartları eşitlenecek şeklindeki global efsane elbette kapitalizmin nemrut ve kararlı eşitsizliğine yenik düştü. Bizim ülkede de kapitalizmin yeşilinden öte bir yeşil kalmadı.

Direnmek derken bireysel ve toplumsal anlamdaki her direnişi kastediyorum. Salgına direnmek, eşitsizliğe direnmek, yalana ve taklana direnmek. Toplumcu gözle bakabilme becerimi geliştirmeye çalışıyor olsam da ben bir psikoloğum. Direniş bireyde başlar. Adalet inancına ve değerler sistemine ters düşen her şeye karşı olmakla başlar. Bir kadın olarak fiziksel ve cinsel istismara rest çekerek başlar. İş yerindeki mobbinge ses yükselterek başlar. Evde eşlerden birinin narsisistik beklentilerine karşı durarak başlar. Bunun için ilk yapılacak kendini güçlendirmektir; anlayarak, hoş görerek, kalıplardan ve normlardan kendi değerlerimiz ölçüsünde uzaklaşarak. Mevcut insan hakları ihlalleri, kutuplaşma, kışkırtma, insanın gözüne soka soka yandaş kayırma sınırsızlık derecesinde. Bize düşen direnmektir ve direnişi bireyden topluma büyütmektir. Hepimiz insanca, özgürce ve hakça bir düzeni hak ettiğimizi unutmayalım. Tüm işçi ve emekçilere selam olsun, bayramımız kutlu olsun. Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek direnişe devam.