Bir an dur istiyorum çünkü durup da düşünürsen fark etmek çok da zor değil: Öteki yok, biz varız.

İnsan olmanın peşinde

EGE DÜNDAR

Birkaç dakikalığına durabiliyorsan dur. Hükümet katında gün be gün artarak yinelenen ve medyanın çoğunluğunda yankılanan, sürekli maruz kaldığımız nefret söyleminin arasında derin bir nefes alıp, soluklan.Yönlendirilmeyi bırakıp, düşün. Toplum olarak ne haldeyiz? Kaybedilen ne kadar şey var? Ne kadar kanadık? Daha ne kadar kanamalıyız? Gör; nasıl şüpheyle damga arar olduk etrafımızdaki insanlarda, nasıl hırçınca karşıyız artık birbirimize... Nasıl takas ettik yalanlarla köpürtülen önyargılara, gözlerimizi, dilimizi ve kulaklarımızı. Artık sorgulamıyor, anlamaya çabalamıyor, eğrisini doğrusunu tartıp ölçmüyor, sadece duyup, inanıp, nefret ediyoruz. Kendini ayrı koysan da yersiz, çünkü ayaklarımızın altında temelleri oynuyor bu toplumda insan olmak anlayışının...

Herkes kimden nefret ettiğinden emin, ancak kimi sevdiğini sorsan cevaplamakta zorlanır halde...

Tarih boyunca iletişimin yapıtaşı olan empati günden güne silikleşiyor. Yalnızca kendi acımızı meşru sayıyor, bir başkasına rahatlıkla “hak etmiştir” diyebiliyor, suça değil masumiyete şüpheyle yaklaşıyoruz. Basit bir diyalog kurmaktan uzaklaşıyoruz görüşü, sorunları ve çözümleri bizden farklı olan insanla. Dünden hazırız onu düşman ve hain ilan etmeye, hakaret edip linçe girişmeye.

Barış istemekten utanıyor, hatta korkuyoruz.

Hükümet yolsuzluk suçlamalarıyla sarsılıyor biz seyrediyoruz,

Tarihimizin en kanlı saldırısının sorumlusu Ankara bombacısının telefon kayıtları çıkıyor polisten, eylemden önce kardeşine veda ederken, biz inanamıyoruz,

Şehirler ablukaya alınıp yerle bir ediliyor, masum insanların canına mal oluyor çatışmalar biz terör deyip sırtımızı dönüyoruz,

Çözüm süreci göklere sığdırılamazken bir anda lanetleniyor, biz “neden?” demeden atılıyoruz ayrışmaya,

Küçük bir çocuk katlediliyor kafasında patlayan gaz kapsülüyle, ailesi mitinglerde yuhalanıyor, biz üzgünüz

Medya havuzda toplandıkça ideoloji tekelleşiyor, algı daralıp kalıplaşırken yalanları ortaya çıkaranlar hapse atılıyor biz yılgınız,

Akademisyenler karalanıp, fişleniyor biz korkuyoruz,

Yayın yasakları, hakaret davaları arttıkça artıyor, biz “artık bunlara dayanamayacağız”,

Kara listeler uzadıkça uzuyor, her gün başka bir muhalif isim “sakıncalı” kontenjanına alınıp işten atılıyor veya bir paylaşımı üzerine tutuklanıyor, özgür düşünce her gün, göz göre göre törpülüyor biz “bilmiyoruz artık ama gideceğiz galiba buralardan.”

Devam etsem kaç sayfa dolar, daha kaç sayfa dolacak?

Bir an dur istiyorum çünkü durup da düşünürsen fark etmek çok da zor değil:

Öteki yok, biz varız.

Bu sağın ya da solun tellallığı değil.

Elbette hükümetin sorumluluğu büyüktür ve haksızlık mutlaka yediği hakkın hesabını verecektir,

Ancak toplumun asıl gerçeklerini, kol gezen acıları, ölümleri, adaletsizlikleri ve korkuyu azınlıkta olan yöneticiler değil, çoğunlukta olan halk olarak gün ardına bizler yaşıyoruz

Ve çözüm bunu fark edip silkinmekten, insani değerlerin çürüyüşüne seyirci kalmamaktan, önyargıların kışkırtılmasına, ayrıştırma çabalarına rağmen bunca zaman birlikte yaşandığını ve yine yaşanabileceğini hatırlamaktan, yani umut için etrafa değil, kendimize bakmaktan geçiyor.

Çünkü sonunda rejimler gelip geçse de hep biz, yine biz bize kalacağız.

Ve bu yüzden politik kimliğimizden önce insanlığımızı korumak çok önemli.

Bu ne unutmak, ne de affetmek demek. Ancak günden güne tedirginleşen bir ülkede önemli bir seçim yapmamız gerekiyor. Kamplaştıkça yaşanmaz kılınacak bir ülkenin vebalini omzumuzda taşımak yerine ortak yaşam alanımızda, ortak yaşama hakkımızı savunmayı ve gerçek suçluların bizim kavga seslerimizin ardına gizlenmesini engellemeyi seçebiliriz.

Nasıl mı?

Bizi insan yapan üç temel şeyi benimseyerek, duyulanı öz düşünceyle sorgulayıp, önyargıdan önce empati kurup, vicdanın üstünlüğünde karar kılıp insan kalarak.

Mesele sadece Can Dündar ve Erdem Gül değil sen hala anlamadın mı? Onlar baskının temel değerlerimizi yıldıramayacağının birer örneği sadece.