Altmışlı yılların Amerikası’nda öğrencilerin, öğretmenleri Jane Elliott’a, Martin Luther King’in neden öldürüldüğünü sormasıyla ortaya çıkan ilginç bir deney var. Bu soru üzerine Elliott öğrencilerine siyahîler hakkında neler bildiklerini soruyor. Öğrenciler daha önce hayatlarında tek bir siyahî görmemiş, tanımamış olmalarına rağmen önyargılı cevaplar veriyor. Bunun üzerine Elliott, onlara siyahîlerin Amerika’da kendilerini nasıl hissettiklerini öğretecek egzersizi denemek isteyip istemediklerini soruyor. Öğrenciler olumlu cevap veriyor. Böylece deney başlıyor.
Sınıfı mavi ve kahverengi gözlüler olmak üzere ikiye ayıran ve onlara mavi gözlülerin kahverengi gözlülülerden daha üstün, daha akıllı olduğunu, söyleyen Elliott mavi gözlülere daha iyi davranıyor, onlara daha fazla mola gibi ayrıcalıklar tanıyor. Ön sıralara sadece mavi gözlülerin oturmasına izin veriyor ve kendi aralarında oynamaları için onları cesaretlendiriyor. Onlara mavi gözlü olmayanlarla aynı yerden su bile içmelerine bile izin vermiyor. Kısa bir süre sonra çocuklar bu durumu kabulleniyor ve bu şartlarla yaşamaya başlıyor. Mavi gözlüler kendini beğenmiş ve baskıcı olurken, kahverengi gözlülerde ise kendine güvensizlik ve yetersizlik başgösteriyor. Sonraki gün Elliott, rolleri tersine çeviriyor ve öğrencilerine kahverengi gözlülerin üstün olduğunu söylüyor. Bunun üzerine kahverengi gözlüler mavi gözlülere oranla çok daha baskıcı acımasız oluyor.
Çok kısaca anlatmış olsam da, bu deney birden fazla gerçeği ortaya koyuyor. Herşeyden önce kısa bir zaman dilimi boyunca aşağılananları anlatırken, hayatları boyunca dışlananlar üzerine düşündürüyor bizi. Irkçılık, ayrımcılık insanlara cahiller tarafından sonradan öğretilen şeyler. Bugün de ten renginden, etnik kökeninden, cinsiyetinden, cinsel tercihinden, dininden, dinsizliğinden, engelli oluşundan  dolayı hep bir “alt sınıf” muamelesi gören, kendi olduğu için acı çeken insanlar üzgün, kırgın, öfkeli, küskün… Kaçımız, belki de hergün ırkçı, ayrımcı söylemlere maruz kalıyoruz. Yazıları, fikirleri nedeniyle tutuklanan, hedef gösterilen ve bazen linç edilen, öldürülen aydınların var olduğu bir coğrafyaya daha fazla kin, daha fazla nefret, daha fazla “diğeri” katmak için çabalıyor aptal beyinler. Birilerinin bir çıkar mevzusu oluyor. Sonra bu birilerinin çıkarı başkalarıyla ayrışıyor. Olan yine bizlere oluyor. Toplumsal bir travmaya biraz da paranoya katılıyor. Biraz iktisadi biraz sosyal kriz serpiştiriliyor. İdeolojik ve politik bir zehirlenmeyle cahil toplum zehirleniyor ve ayrımcı-otoriterler tarafından herşeye hazır hale getiriliyor. Bu cahil-ayrımcı-kindar insan, insan olmaktan çıkıyor,  bir ülke için, insanlık için saatli bombaya dönüşüyor. 39 yaşında ölen (daha doğrusu öldürülen) bir adamın 60 yaşında bir insan kalbine sahip olmasının sorumlusu bu ve bunun gibiler. Başka birileri ise umudu elden hiç bırakmıyor, insanlardan ümidini kesmek istemiyor. Bir yerden baktığınızda nefret, hoşgörüsüzlük diğer taraftan baktığınızda herkesin “bir” olmayı öğrenebildiği bir dünya, Gözünüzü kapattığınızda ise sadece karanlık…