İnsanı insan yapan duygulardır

AHMET SELİM KAYNAK

Şimdimiz, bugün yaşadıklarımız geçmişle, geçmişte şekillenir. Hatta kimi zaman bizimle alakası olmayan bir geçmiştir şimdimizin hamurunu yoğuran. Ve şimdimiz, geleceğimizi şekillendiren geçmiştir aslında. Hiç değilse, büyüyünce öyle olacaktır. Bazen tek bir kararımız, attığımız tek bir adım yalnızca bizim değil başkalarının geleceğine de etki eder.

Fatma Çelenk’in Mona Yayınları tarafından okurun beğenisine sunulan ilk romanı ‘Bildiğin Gibi Değil’de, elli yıllık bir zaman çerçevesi içinde atılan bazı adımların ve alınan kimi kararların geleceği nasıl da usulca yönlendirdiğini anlatıyor biraz da. Roman, günümüz İstanbul’unda karşılıyor okuru. Gazeteci Sema’nın başarılı şirketlerin hikâyelerine yoğunlaştığı yazı dizisinin yeni bölümü için görüşeceği bir şirketin önünde... Ve sonra o gün gerçekleştirilemeyen röportajın ardından, 1970’lerin Erzurum’unda buluyoruz kendimizi. Ferhunde, Kemal, Mustafa ve Leyla’yla tanışıyor; yavaş yavaş onların hayatlarına dahil oluyor, her bölümde geleceğe, Sema’yla önünde buluştuğumuz şirket binasına uzanan yola bir taş daha döşüyoruz.

Başarı hikâyelerinde genellikle azimden, vazgeçmemekten, umudunu yitirmemekten dem vurulur hep. Başarısızlıkların bahsi, yalnızca bizi yıldırmaması gereken önemsiz engeller olarak anılmak suretiyle açılır. Acılar üzerinden atlayıp geçmemiz, sevinçler kendimizi kaptırmamamız gereken şeylerdir. Oysa bir engelli koşu parkurundaki plastik engellermiş gibi bahsedilen tüm bu kavramlar, insanı insan yapan duygulardır ve hayatımızı bir anlamda onlar şekillendiriyor denebilir. O başarı hikâyelerinin sahipleri de o duyguları el değmemiş hâlde bırakmamış, yaşamıştır aslında. Yalnızca bir başarı hikâyesinde şık durmayacaklarına, başarının ancak bu tür ‹zayıflatan› duygulardan arındığında sağlam göründüğüne dair bir algı vardır. Oysa ‘Bildiğin Gibi Değil’, başarıya uzanan o yolu oluşturan taşların arasındaki inatçı çiçeklerden insanın yüreğini kavuran en derin acılara, yaşanamamış aşkların hüznünden kalbe düşen şüphenin yarattığı rahatsızlığa insana dair her duygunun yer aldığı bir anlatı.

Öte yandan yalnızca bireysel duygulara, bireysel hikâyelere odaklanmayarak Türkiye’nin o yıllarda içinde bulunduğu politik ortamı ve toplumsal hadiseleri de içine alıyor ve karakterlerin hikâyelerine ustalıkla bağlıyor.

Elli yıl önce yaşanmış, çoğu kimse için belki ‘bitmiş gitmiş’ denecek bir hikâye, bir yandan da elli yıl sonra yaşayan bir insanı değiştirip dönüştürüyor ve Sema’nın kendiyle yüzleşmesine kapı aralıyor. Zaman, mekân, olaylar ve insanlar değişse bile duygular aynı olabiliyor bazen. Bizi farklılaştıran, o duyguları nasıl yaşamayı seçtiğimiz oluyor çok zaman.

Sade bir dili, akıcı bir anlatımı var Fatma Çelenk’in. Hikâyenin büyük bir kısmının ana mekânı olan Erzurum ve Sivas çevresine has konuşma tarzı da karakterlerin diyaloglarına yansımış, romana daha gerçekçi bir hava katmış.