“Romanovlar’ın Son Evi”nin omurgasını 66 yıla yayılan ve ileri geri akan tarihsel bir süreç ve bu süreçte karakterlerin içsel gerilimleriyle oluşan bütüncül bir çözümleme oluşturuyor

İnsani olabilirliklerin romanı

MEHMET ATİLLA

Roman ve tarih ilişkisi her zaman tartışma götürür bir konu olmuştur. Neyse ki şu noktada herkes hemfikir; önüne tarihsel sıfatı getirilsin ya da getirilmesin, geçmişin olaylarından destek alan her romanda belli bir dönemi ya da kişiyi yeniden yorumlama ve hatta yaratma isteği bulunur. Hal böyle olunca bu tür romanlarda zaman-mekân-karakter üçlüsüne özel bir önem vermek gerekiyor. Geriye kalan boyut ise yazarın ideolojik bakışı. Bu bakışın okurunkiyle örtüşüp örtüşmemesi belli ölçüde sorun yaratsa da yazar ele aldığı dönemi ve karakterleri yepyeni bir hikâyenin içinde anlatabilme becerisini göstermeli ki metnin kurgusal değeri öne çıkabilsin.

İrlandalı yazar John Boyne’un “Romanovlar’ın Son Evi” başlığıyla Türkçeye çevrilen romanı, bütün bunları bir kez daha değerlendirmemize olanak sağlayan bir kitap. Romanın özgün adı 'The House of Special Purpose' (Özel Amaçlı Ev) olmasına karşın bu başlığın Türkçede güçlü bir algı oluşturamaması, tarihsel fonda Çarlık Rusyası'nın son yıllarının bulunması ve Romanov ailesini odak noktası olarak belirlemiş olması, yeni başlığın çok daha kapsayıcı olduğunun bir göstergesi.

KIVRAK BİR KURGU

John Boyne’u tüm dünyada satış rekorları kıran, filmi de çekilen 'Çizgili Pijamalı Çocuk' adlı kitabından da tanıyoruz aslında. Orada da tarihsel bir fon vardı, anlatılan hikâye yürek yakan cinstendi ve bu nedenle geniş bir okur kitlesi edindi. “Romanovlar’ın Son Evi”nde de insancıl öğeler ve duygusal boyut son derece güçlü ama asıl başarı, kurguda bence. Uzun bir döneme yayılan olay örgüsünü, üzerinde düşünülmüş bir yapı eşliğinde okura sunan yazar, sıkça yaptığı dönemsel sıçramalar ve yön değiştirmelerle metne müthiş bir kıvraklık kazandırıyor. Böylece de oldukça uzun sayılabilecek bir romanı kolayca okutmayı başarıyor. Yazarın okuru yormayan akıcı diline romanı 'Türkçeleştiren' Özlem Yüksel’in başarısı da yol veriyor kanımca.

Roman 1981 yılında, ana karakter Georgi Daniiloviç Jahmenev ve karısı Zoya’nın Londra’daki yaşlılık günleriyle başlıyor. Dolayısıyla mekân olarak önce Londra’yla karşılaşıyoruz. Ardından Rusya’ya ve Jahmenev’in gençliğine dönüyoruz. Yaşadığı kasabadan geçmekte olan Uzun Nikolay’ı (Çar 2. Nikolay’ın hem kuzeni hem de adaşıdır) suikasttan kurtarması sonucunda delikanlı Jahmenev’in yaşamı değişir, ödül olarak Çar’ın yaşadığı Kışlık Saray’a götürülür ve kendini birdenbire Çar ailesinin en yakınında bulur. Görevi Çar’ın tek oğlu, dolayısıyla da veliahtı olan 11 yaşındaki Aleksey’i korumak ve kollamaktır. Çünkü Aleksey hemofili hastasıdır, yaşamını özenle sürdürmek zorundadır. Bu arada Jahmenev’le Çar’ın küçük kızı Anastasya arasında bir gönül ilişkisi doğar.

Bu aşamadan sonra romanın hem duygusal serüvenlerinde hem de tarihsel akışında dalgalanmalar başlar, anlatıcı ses (Jahmenev) her bölümde biraz daha geriye giderek yaşamındaki savrulmaları okurla paylaşır. Londra dönemini altı bölümde (1979-1970-1953-1941-1935-1924), Paris yıllarını iki bölümde (1922-1919) halinde aktarırken aralara Rusya’daki yaşantıları ve tarihsel olayları da serpiştirir. Ancak yazar Rusya dönemini anlatırken bir yöntem değişikliği yapmış, bölüm başlıklarını yılları gösteren rakamlarla değil, sözcüklerle adlandırmayı uygun bulmuştur. Böylece kurmacanın alabildiğine özgür olduğu bölümlerle tarihsel gerçekliğin egemen olduğu dönemeçler arasında hem ayrım hem de denge sağlamayı amaçlamıştır. Romanın sonunda ise yeniden başlangıca, yani 1981 yılına gelinerek metnin ve karakterlerin döngüsü tamamlanmıştır. Kurgunun asıl başarısı da bu döngünün düzenlenişinde yatıyor.

HAFIZANIN FISILTISI

John Boyne bunları yapıyor ama romandaki olayları yaşayan da anlatan da o değil. Koskoca bir romanın içinde bizi gezdiren kişi, kurmaca bir karakter olan Georgi Daniiloviç Jahmenev. Bu yüzden de sık sık ana karakterin ruhsal çalkantılarıyla, o iç dünyayla baş başa kalıyoruz, tarihsel gerçeklerle ve dış dünyayla ilgimiz sınırlı. Bu durumda “Romanovlar’ın Son Evi”nin omurgasını 66 yıla yayılan ve ileri geri akan tarihsel bir süreç ve bu süreçte karakterlerin içsel gerilimleriyle oluşan bütüncül bir çözümleme oluşturuyor. Dışsal yaşantıyla içsel yaşantının birbirine geçtiği bu uzun serüvenin sıra dışı duraklarındaki şaşırtıcı gelişmeler sayesinde, okur ilgisinin en küçük bir kesintiye uğramaması büyük başarı. Öte yandan yazarın ana karakterlerin geçmişlerine eklediği bazı duygusal yükler ve iç hesaplaşmalar da 'görülen yaşantıdan görülmeyen yaşantıya geçişin' arkasındaki itici güç.

Romanın daha ilk sayfasında çok hoş bir bağdaştırma var; 'hafızanın fısıltısı'. Jahmenev’in belleğinden sızan bu fısıltılar ilerleyen sayfalarda düşünsel bir çizgi de oluşturuyor elbette. Anlatıcının dönemin siyasal olayları karşısında belirgin bir tavır almayışı ise ayrıca incelenmeye değer. Son olarak şunu da eklemek gerekir ki, bir romanın dilinde imgeselliğe ulaşmak, ille de ilginç buluşlarla ya da çarpıcı eğretilemelerle olmaz, kimi yazarlar çok yalın anlatım biçimleriyle ve ayrıntılara yükledikleri özel anlamlarla da zihinsel görsellikler oluşturabilirler. “Romanovlar’ın Son Evi”ni okunmaya değer kılan özelliklerden birisi o müthiş örüntüsü ise, diğeri de yazarın duru bir dille içsel yolculukları anlatabilme becerisi. “Bakışımı hissedip bana bakarsa biraz olsun desteğimi hissettirebilirim ümidiyle gözlerimi çara diktim, fakat general mırıltıyla bir şeyler söyleyinceye kadar başını çevirmedi,” (s.357) türünden cümlelerin eşliğinde son sayfaya gelindiğinde Milan Kundera’nın yaklaşımıyla baş başa bırakıyor bizi: “Tarih yazarlığı toplumun tarihini yazar, insanınkini değil.” (Roman Sanatı, s.50, Can Y. 2002). John Boyne’un da bu anlayışla kollarını sıvadığı çok belli. Ne de olsa “roman gerçekliği değil varoluşu inceler. Varoluş ise olmuş bitmiş bir şey değildir; varoluş, insani olabilirliklerin alanıdır, insanın olabileceği her şey, yapabileceği her şeydir.” (agy, s.55)

İyi romanların sonuçlarından biri de bu yargıyı paylaşabilmek zaten.

cukurda-defineci-avi-540867-1.