'Kendine Dayanıyor İnsan' başlıklı kitap bireyin kendisiyle ve toplumla yüzleşmesini içeren hikâyelerden oluşuyor. Bu yüzleşme halleri, aşktan aileye, iş yaşamından sokağa ve topluma kadar yaşam mücadelesindeki bir dizi süreci kapsıyor.

İnsanın kendisi ve toplumla yüzleşmesi

ATİLLA ÖZSEVER

Günümüzün değişen koşullarında insanın hem kendisiyle, hem de toplum süreçlerinde birçok olayla karşılaşması sorgulamaya ne kadar açık? Birey olayların ne kadar bilincinde ya da bu olaylar karşısında bir yüzleşme becerisi gösterebiliyor mu?

İletişimci Gülden Kılıç bu sorulara verilebilecek yanıtları, insanın kendisiyle ve toplumla yüzleşmesine olanak sağlayan hikâyeler şeklinde bizlere sunuyor. ‘Kendine Dayanıyor İnsan’ isimli kitaptaki her hikâye insanın kendine bir yolculuğu şeklinde tasarlanmış.


Yazar kahramanlarını hep bir sona hazırlıyor ve insanın kendine dayandığı o noktaları, ruh hallerini, olayları tıpkı yollara döşenen taşlar gibi bir bir diziyor. Karakteri tanıtıyor, anlatıyor, insanların gözünde anlaşılır kılıyor. Kitaba ismini veren ‘Kendine Dayanıyor İnsan’ böyle bir hikâye. Kahramana katılmasanız bile bir yerde hak veriyorsunuz. Yine ‘Köprüdeki Son Bakış’ adlı hikâye de buna benzer. Kahramanlar okura ve topluma hep şunu fısıldıyor: “Kayıp gidiyorum ama beni anlamanız için artık bu gerekli.”

Yüzleşme neredeyse her hikâyenin en baskın özelliği. Yazarın hikâyelerinde, gelişmek için, anlamak için, sevmek için bu yüzleşmeye ihtiyaç olduğunun altı çiziliyor. Çünkü her yüzleşme bir yerde insanın kendine açılan kapısıdır, her toplum için de bu böyledir.

Yüzleşme olmadan ilerleme olmuyor. Ancak bu her yüzleşmenin pozitif bir şekilde sonlanacağı anlamına da gelmiyor. Örneğin, ‘Bir Türlü Yazamadıklarım’ adlı hikâyedeki kahraman buna en iyi örnek. Yaşadıklarını yazmak istiyor ancak toplum baskısı ve korkusu yüzünden bundan vazgeçiyor. Bununla birlikte yazmaktan da vazgeçiyor.

Bu noktada topluma “Bir kişi daha senin baskın yüzünden vazgeçti” mesajı veriliyor. ‘Yaşamın Kıyısında’ adlı hikâyede kahraman başarısızlıklarıyla, hayal kırıklıklarıyla ve bunun bir yansıması olarak toplum içinde bir şey ifade etmediği gerçeğiyle yüzleşiyor.

‘Evdeki Yabancı’ adlı hikâyede kahramanın kendi yalnızlığıyla yüzleşmesi var ki yalnızlık insanoğlunun doğuştan sahip olduğu ancak bunu kabullenmemek adına her yola başvurduğu bir duygu. İnsanın varoluşu boyunca ona eşlik eden yalnızlık hissi bir de somut yalnızlıkla bütünleşince çoğu zaman daha acımasız bir hal alıyor. Hikâyeler bu durumları açık beyan okuyucuya hissettirmekten çekinmiyor.

Bugün sistem tarafından pek çok sorunun bireysel olduğunun dikte edildiğini görüyoruz. Yazar kitabında “Bireysel sorun yoktur” diyor. Bireysel sanılan sorunların, görmezden gelinen sorunların toplum, eğitim sistemi, aile, sistem tarafından şefkatle sarılmadığında hangi noktalara gelebileceğine işaret ediyor. Bu yüzden hikâyelerdeki kahramanların topluma hep bir çağrısı, hatırlatması var: “Beni fark et, yanımda ol.” Yazar, bir yerde toplumu farklılıklara olan yaklaşımını değiştirmeye zorluyor.

Kadın ve çocuk olmak, kitabın vermek istediği mesajlar bütününde önemli bir yer teşkil ediyor. Bazen çok sesli bazen sessiz de olsa çoğu hikâyede kadın ve çocuk, çocukluk var.

Sırf kadın olmaktan dolayı kişinin, yaşam mücadelesinde ve toplum içinde konumlanmasında çok geriden başladığına işaret ediyor yazar. Bugün kadınlar her yerdeler, başarılılar ancak bu maalesef fazladan bir çaba ve her türlü zorluğa göğüs germeyi de beraberinde gerektiriyor. Kitapta kadınların, kızların dinmeyen hayalleri, bitmeyen umutları ama bir o kadar bunların önüne geçen erkekler dünyası, toplum, zorlu aileler var.

Yazar, aşkı da kadının bir mücadele aracına dönüştürüyor. Erkekle, toplumla bir mücadele aracı… Kadın, âşık olarak tepki koyuyor bir yerde. Belki de yazar aşkı sadece kadının yaşadığına ve acısını göğüsleyebildiğine inanıyor.