Film bize ne söylüyor, ne anlatmak istiyor? Asıl mesele bu. Ezilenlerden, dışlananlardan yana bir tavrı mı var filmin? Yooo...

İnsanlar & hayvanlar

Beyaz Tanrı

Hiçbir filmi beğenmez diye kötü ve yanlış bir şöhretim var ama bu hafta şöhretime uygun bir ruh halindeyim. Başlıyoruz. “Beyaz Tanrı” Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünün en iyi filmi seçilmiş. Beyaz festival tanrıları böyle karar vermişler.

Irk meselesi
Filmin adı doğrudan ırk meselelerine gönderme yapıyor. Filmin konusu da şöyle: Macaristan’da yeni bir kanun çıkmış ve melez köpek beslemek çok ağır bir vergiye tabii kılınmış. Köpekler ila safkan olmalıdır. Evet, film ırkçılıkla ilgili bir şeyler söyleyecek, bunu anladık. Macaristan yapımı bir filmin söylemesi de beklenir çünkü Batı’da iktidarda olan en ırkçı, en faşist parti orada bildiğim kadarıyla.
Ama filmin, ırkçılık üzerine ne söylediğini yönetmen de bilmiyor ne yazık ki. Annesi ve babası ayrılmış olan Lily, annesinin işi nedeniyle sayahate çıkması üzerine geçinemediği babasıyla yaşamak zorunda kalır. Babası tam bir pislik gibi davranır ve Lily’nin karışık ırktan köpeğini sokağa atar. Hagen adlı köpek bir evsiz tarafından sahiplenilir ama evsiz adam da pisliğin teki çıkar. Köpeği, yabancı olduğu belli birine satar. Variety dergisinin yazarına göre Türk olan bu yabancı (ben milliyetini anlamadım ama Macar değil) Hagen’i dövüşçü olarak yetiştirir.


İsyana öncülük eden köpek
Hagen sonunda kaçar, bir köpek isyanının başına geçer vs.
Filmin öyküsünün inandırıcı olmamasını bir kenara koyalım. Film bize ne söylüyor, ne anlatmak istiyor? Asıl mesele bu. Ezilenlerden, dışlananlardan yana bir tavrı mı var filmin? Yooo... Evsiz adam da pisliğin teki. Yabancılardan yana mı çıkıyor film? Yooo, köpeği satın alan bahisçi bir yabancı, filmin en kötüsü o.
İnsanların birbirleriyle ilişkisine dair ırkçılık karşıtı, eşitsizlik karşıtı bir şey söylemiyor aksine tam da o doğrultuda yorumlanabilecek şeyler söylüyorsa, derdi ne bu filmin peki? Belki insanların hayvanlarla ilişkisine dair bir şey söylüyor. Ama insan ilişkilerinde ırkçı sayılabilecek bir çerçeve içinde durarak, bu konuda anlamlı bir şey söylenemez. “Beyaz Tanrı” da öyle bir film zaten: Aptal, kalpsiz ve kötü.    

***

Takip 3: Karsılaşma

Kötüler kazanıyor, iyiler kaybediyor. Bıktım bu filmlerden de, bu dünyadan da...

Faşizan bir seri

İslami faşizm vahşetini yaşadığımız bugünlerde insan keşke diyor, keşke başka faşizm türlerine de insanlar yeterince duyarlı olsaydı... Ama bugünlerde bu konularda bir şey söylemek, sanki bu korkunç katliamı mazur göstermeye çalışmak gibi kötü bir hava yaratıyor.

Her şeyi temize çekme
Mesela aklıma Takip serisinin ilkindeki İslamofobi geliyor. Takip 3’ün ve son zamanlardaki bütün Hollywood filmlerinin Rus düşmanlığı geliyor aklıma. Takip 3’ün günahları arasında waterboarding denilen ve  Amerikan askerlerinin Iraklılara ve Afganlara uyguladığı su işkencesini olumlamak ve aklamak da var. İşte insanlık suçlarını savunan sıradan bir Batılı macera filmi. Fransız yapımcı Luc Besson’la Hollywood ortak yapımı. Tabii ki filmler katliam yapmıyor ama yapılan katliamları meşrulaştırabiliyor. Canavarlar, başka tip canavarlar yaratıyor ve bu berbat döngü böyle sürüp gidiyor. Her kötülük, başka kötülüklere kapı açıyor. Emperyalizmin Ortadoğu politakası İslami faşizmi doğurmasa da besliyor, İslami faşizm daha fazla emperyalist şiddete ve müdahaleye olanak sağlıyor... Kötüler kazanıyor, iyiler kaybediyor. Bıktım bu filmlerden de, bu dünyadan da. Liam Neeson ve Luc Besson’ı elime geçirsem bir güzel döveceğim. Yok yapamam aslında ya, neyse.
Filmi mi anlatmam gerekiyordu? CIA ajanlarının ne kadar insanüstü varlıklar olduğunu anlatan, saçma sapan bir film işte. Liam Neeson’ın canlandırıdığı eski CIA ajanının yapamayacağı şey yok. Madem bu kadar müthiş adamlarınız vardı, nasıl oldu da gerçekte olmasa da filmlerinizde Rus mafyası Amerika’yı işgal etti? İnsan anlamıyor. Her filmde üflesen yıkılan bir Rus mafyasıyla karşılaşıyoruz. Ama pek zengin ve pek de güçlü görünüyorlar bir yandan. Neyse yeterince yazdım. Liam ailesinin şerefini ve vatanını kurtarıyor yine, kısacası.

***

Yıldız Haritası

Hollywood neden bu kadar iğrenç bir yer; nasıl oldu da bu hale geldi gibi sorularla ilgilenmiyor film...

Makineye karşı öfke

Cronenberg, Cannes’da Julian Moore’a en iyi kadın oyuncu ödülü kazandıran son filmi “Yıldız Haritası”nda Hollywood’u tam bir cehennem olarak tasvir etmiş. İşin ironik yanı, filmde oynayan oyuncuların hepsi Hollywood’un “A” kategorisi oyuncuları arasındalar.
Filmin cehennemlik olmayan tek bir karakteri bile yok ya da ben hatırlıyamıyorum. Annesinden nefret eden ama onunla rekabetini sürdüren aktris Havana (Julianne Moore), ünlülerin gurusu/terapisti/masörü olarak Doktor Weiss (John Cusack), onun depressif eşi/kızkardeşi olarak Christina (Olivia Wlliams), onların uyuşturucu bağımlısı küçük oğulları, Hollywood yıldızı Benjie (Evan Bird), Benjie’nin piromanyak/şizofren ablası Agatha (Mia Wasikowska), Agatha’yı “malzeme” olarak gören ve deneyim için onla yatan şoför Jerome (Robert Pattinson)...


Elde var sıfır
Bu hırs, rekabet, haset, açgözlülük ve akla gelebilecek her türlü fenalık gösterisinden elde pek bir şey kalmıyor. Ensest ilişki filmin neredeyse her aşamasında bir miktar var, gerçek ya da fantezi düzeyinde. Ama sanki ensest Hollywood’a içkin, Hollywood’a özgü bir şeymişcesine durduğu için ne düşüneceğimi bilemiyorum.Ve bütün bu kötülükleri izlemek bir yerden sonra insanı duyarsızlaştırıyor. Olabilecek en kötü şeyin olacağını tahmin eder hale geliyorsunuz. Hollywood neden bu kadar iğrenç bir yer, nasıl oldu da bu hale geldi gibi sorularla ilgilenmiyor film. Bir zamanlar birçok ilerici, solcu ve komünist sanatçının parçası olduğu ama 1950’lerdeki MacCarthy döneminde sterilize edilen bu dev kapitalist propaganda makinesine duyulan öfkeye katılmamak mümkün değil ama öfkenin de tek başına bir şeye faydası yok. Filmde beni Julianne Moore’dan çok Evan Bird etkiledi. Bu küçük yaşta böyle bir rolün altından kalkmak her türlü takdire şayan.

***

TTNET rezaleti
Bu sayfada kendi problemlerimi yazmak gibi bir huyum yok. Ama bu kez durum farklı çünkü sorun işimi yapmamı engelliyor. Sorun internet bağlantımla ilgili. Yaklaşık 2 haftadır internet bağlantım günde birkaç saat ile sınırlı. Sabah saatlerinde var, sonrası muamma. Ne zaman gideceği belii değil. Günlerdir hizmet sağlayıcım TTNET’le telefonlaşıyoruz. Günlerdir bize aynı şeyleri söylüyorlar, ilgileneceğiz, arayacağız, yapacağız... Ama değişen bir şey yok. Ne arayan var, ne de soran. İki hafta sonunda bir sesli mesajda “randevu günü saptayalım” diye bir şey duyduk, heyecanlandık ama oradan da bir şey çıkmadı. Neyse, sözün özü: Geçen hafta yazı yazıp gönderemememin nedeni internet bağlantımın olmamasıdır. Bu hafta bakalım, Allah kerim. Umarım yazılarımı bitirdiğimde internetim kesilmiş olmaz. Yoksa bu hafta da bu yazıyla idare etmek durumundayız.