2015 yılında çocuklar, Silvan’da yanan, yıkılan evlerinin arasında ‘hendekçilik’ oynuyorlardı. Cizre’de yerde yatan cenazeler yakınları tarafından uzunca bir süre alınamadı. Çünkü özel harekât polisleri cenazelere yaklaşanlara ateş açıyordu. O günlerde Bölge’deki, durumu samimiyetle, art niyetsiz anlamaya çalışanlar sadece ölümlere ve yıkıma değil, bir süre sonra yaşanması muhtemel olan travmalara da dikkat çekiyordu. Derin sosyolojik analizlere ihtiyaç yoktu. Batıdan duyulan bir çığlık durumu anlatıyordu: “Benim annemi öldürüp cenazesini vermeyecekler öyle mi… Değil dağa çıkmak, o dağı olduğu gibi başlarına yıkarım!”

İki yıl sonra, daha da ağırlaşan Türkiye profilinde, iktidar ve devlet eliyle her kesimden mağdur yaratılmaya devam ediyor. Benzer bir serzeniş, işini geri istediği için 241 gündür açlık grevinde olan ve halen tutuklu bulunan eğitimci Nuriye Gülmen’in babasından:

“Kızımı öldürmeyin bizi devlet düşmanı yapmayın!”

Geleceği yok ediyorlar

AKP iktidarının kendi bekası için çizdiği Türkiye yolu açık! Bu yol haritası sadece vicdan sahibi olanları, ‘bugün’ yaralamakla kalmıyor aynı zamanda çok daha tehlikeli bir mecraya açılıyor. Sisteme güvenmeyen, kendini her an risk altında hisseden, umutsuz, mutsuz, öfkeli ve nefret dolu kuşaklar yetişiyor. Yani iktidar sadece bugünü değil yarını da çalıyor.

Cezaevi tanıklıkları

Cezaevlerinde yaşananlar bu konu kapsamında önemli. Hayati Mehmetoğlu, kendisinin tutuklandığını ‘televizyondan öğrenen’ ancak bir süre sonra tahliye edilmiş olan HDP Kars Milletvekili Ayhan Bilgen’in danışmanı. Mehmetoğlu’nun eşi ve kardeşi ‘belediye ve seçilmişlere yapılan operasyonlar kapsamında’ tutuklu. Eşi Elazığ F Tipi cezaevinde bulunan Mehmetoğlu, cezaevlerinde yaşanan hukuksuzlukları aktarıyor.

Kadın koğuşlarına kamera

“Koğuşlar kalabalık. Tutuklulara kimlik dayatması yapılıyor. Bu uygulama cezaevinden cezaevine değişiyor. Demek ki keyfi, denetim yok. Bu dayatmaya uymayan yakınlarımızla görüştürülmüyoruz. İşkence var. Süngerli oda uygulaması sürüyor. Cezaevindekiler çok uzun süre süngerli odada tutuluyor.”

Mehmetoğlu’nun anlattıkları vahim: “Eşime siyah bir pantolon götürdüm. Cezaevine sokmadılar. ‘Renginden dolayı’ dediler. Hiçbir gerekçesi yok. Ancak özellikle rahatsız olduğumuz bir uygulama var. Koğuşlara kamera yerleştiriyorlar. Bu tecrit içinde tecrit demek. Fakat daha önemlisi mahremiyetin hiçe sayılması. Her fırsatta ‘Müslümanlık’ vurgusu yapanların, bütün gelenek ve örfleri ayaklar altına alarak kadın koğuşlarına kamera yerleştirmesi kabul edilemez. Nedenini anlamıyoruz.”

Mehmetoğlu’nun anlattıkları arasında özellikle dikkat çekici bir başka konu var:

“Cezaevinde kalan çocukların ihtiyaçları var. Oyuncak, gelişimleri açısından önemli. Fakat bu konuda da sıkıntılar yaşanıyor. Rengi bahane edilen bir oyuncak cezaevine alınmadı.”

‘AKP ile geleceğe de ipotek’ konusu bir kez daha öne çıkıyor. Yıllar sonra ‘oyuncağı cezaevine sokulmayan çocuğun’ devletle ilişkisi nasıl olacağı sorusu önemli. Aynı şekilde cezaevinde tutulan 673 bebek açısından da bunun yanıtını aramak şart.

Diyanet parasını nereye yaktırdı?

Devletin nasıl olup da önce mağdur, sonra düşman yarattığına ve geleceği de nasıl kararttığına başka yerlerden de bakalım. Antalya L Tipi Cezaevi’nde tutulan M.O.’nun ifadeleriyle yüzleşelim:

“Size, Antalya Ağır Ceza Mahkemesi, 8.Ağır ceza hâkimine anlattıklarımın aynısını tekrarlayacağım. Cemaatle hiçbir alakam olmadı. Edebiyat öğretmeniyim. KPSS sınavını kazandım ama iş bulamadım. Gazete ilanıyla bulduğum bir iş sayesinde İzmir, Karşıyaka’da öğretmenliğe başladım. Dershaneler kapanınca, ailemle Antalya’ya yerleştik, mütevazı bir hayat yaşamaya başladık. Uzun bir süre geçti. 15 Temmuz’dan hemen sonra, yıllar önce hesabıma para yatırılan banka nedeniyle gözaltına alındım. Diyanet de yıllarca işlerini bu bankadan yürütmedi mi? Gözaltına alınırken, işkenceye maruz kaldım. Çocuklarımdan biri epilepsi hastası. Korkudan nöbet geçirdi!”

Antalya’da işkence

M.O. 8 gün nerede tutulduğunu aktarırken, anlatımları sayesinde devlet eliyle yeni işkencehaneler yaratıldığı da anlaşılıyor: “8 gün, ifadeye çıkıncaya kadar yaklaşık 400 metrekare olup, 16 bölmeye ayrılan yerde 150 kişi tutulduk. Ne yastık, ne yorgan, verdiler. Yerde yattık. Gece üşüyorduk. Sabahları ise iki klimayı çalıştırıp sıcak hava veriyorlardı. Burası Antalya eski iplik fabrikasıydı. Şimdi kapatıldı. Antalya Kepez Belediyesi müzeye dönüştürüyor.”

‘Kapının altından yemek attılar’

Ancak M.O.’nun sözleri bunlarla sınırlı değil: “Bana yapılmadı ama yoğun olarak işkence sesleri duyduk. Kadın ve erkek sivil memurlar vardı. Bunların dilleri tuhaftı. Türk olduklarını düşünmüyorum. Tabuta sokulup bekletilen insanlar oldu.

M.O. sürdürüyor: “Kapılar zincirleniyordu. Yemekleri kapının altından, hayvanlara atar gibi attılar. Ne çatal ne de kaşık yoktu. Oradan çıkarılıp, tutuklandık. Antalya L Tipi Cezaevi’ne gönderildik. Avrupa standardı koğuşlar 7 kişilik, Türkiye’de 14 kişilik, biz ise yerde yattığımız koğuşlarda 48 kişi kaldık. Hiçbir hak yoktu. Banyo imkânı yoktu. Çamaşırlarımızı yıkıyor, kurutamıyorduk. Kantinde bulunan çamaşır iplerini satmıyorlardı. 5 litrelik su pet’lerini ince ince kesip ip yapmaya uğraştık ama bunları da yasakladılar.”

AKP’liye dokunan yok!

Cezaevinden çıkan ancak tutuksuz yargılanan M.O. toplu halde çıkarıldıkları Antalya Ağır Ceza Mahkemesi’nde, hâkime anlattıkları da ilginç noktalar taşıyor:

“Toplu olarak çıkarıldığımız mahkemede, anlatılanlar korkunçtu. Şişeye oturtulanlar vardı. İfadeler zorla imzalatılıyordu. Hiç tanımadığımız insanlar hakkında bilgi vermemiz istendi. Tutuklu bir şahısın bağırsaklarını söktüklerini biliyoruz. Türk olmadığını düşündüğümüz, memurların yoğun işkence yaptığını, tabutlarda insan yatırıldığını anlattık. Tekrar tekrar darbe ile ilişkim olmadığını ifade ettim. FETÖ’cü filan değilim. Çalıştığım dershaneyi işleten kişi halen Antalya’da AKP il Başkan Yardımcısı. Bu anlattıklarımın ve anlatılanların hiçbiri kayda geçirilmedi.”

Peki, kayda geçirilen… Başa dönersek; geleceğin ipoteği… Her kesimden acılı, sıkıntılı insan... Şaban Gülmen’in sözleri net: “Bizi devlet düşmanı yapmayın!”

Açılışı yapılan yerler yine açıldı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü Manisa ziyaretinde ilde adeta sıkıyönetim uygulandı. Manisa Valiliği, tüm önemli cadde, kavşak ve meydanlara çıkan yolları kapadı. Sağlık ve eğitim hizmetleri aksadı. Öte yandan Erdoğan ‘5 bin polisli’ kent ziyaretinde açılışı yapılan yerleri bir daha açtı. İhalesi ve yapımı yılan hikâyesine dönen iki yüklenici firmanın iflas ettiği, yaklaşık iki ay önce Başbakan Binali Yıldırım tarafından açılan Sabuncueli Tüneli, Yunt Dağı bölgesinde bulunan gölet, Manisa Organize Sanayi’ndeki öğrenci yurdu, Zihinsel Engelliler Koruma İş Yeri Yaşam Merkezi gibi tesis ve binalar bir kez daha açıldı. Açılışlar sırasında en işlek merkezindeki cadde boydan boya bariyerlerle kapatıldı. Havada helikopterler ve meydanda onlarca ekip otosu görev yaptı. Erdoğan’ın c-uma namazı kıldığı Hatuniye Camii etrafına da halk yaklaştırılmadı.

Ayrıca kulislerde, Erdoğan’ın Yunus Emre Belediye Başkanı Mehmet Çeçi’nin istifasını isteyeceği de konuşuluyor.