İnsanların doğayla iç içe yaşama talebi ne zamandır suç?

CEM YAKIŞKAN-@cemyakiskan

27 Mayıs’ta Taksim’de birkaç öğrenci parka yapılmak istenen Topçu Kışlası’nı protesto ediyor. Bu protesto farklı, çünkü ellerinde sopa, bayrak hiçbir şey yok, sadece kitapları ve çiçekleri var. “Buraya kepçe vurdurmayız” diyorlar. Ama o da ne? Sanki bir film şeridi... Nazi Almanya’sı... Coplarla, gazlarla saldırıyor çocuklara; lime lime etmek istiyorlar sanki. İzlediğimiz şeyler inanılır gibi değil, tekrar tekrar izliyorum, net… O kırmızı elbise giymiş kadının suratına yakın mesafeden gaz sıkılıyor, parktakiler perişan. Tüm bunlara rağmen anbean kalabalıklaşıyor park. İnsanların doğayla iç içe yaşama talebi ne zamandır suç sayılıyor? Etki-tepki meselesi… Formalarımızı giyiyoruz biz de.

GEZİ PARKI
Bu memlekette politikacıların siyasi ayrımcılıkla, insanları bölerek istedikleri gibi meydanlarda at koşturmalarından usanmış, yılmış bir halkın, ilk kez hep birlikte, hiçbir siyasi amaç ve çıkar gözetmeden, haksızlık karşısında başkaldırışı ve isyanıdır Gezi. Bu hareket adaletsizliğin yarattığı haklılık nedeniyle; bir o kadar korkutucu ve en karşısında duranın bile aklından silemeyeceği halk duruşudur. Çünkü; haksızlığın karşısında susan; dilsiz şeytandır!

'DAYANAMADIM, ARDINIZDAN GELDİM'
“Yürüyüş başlarken bu kadar kalabalık değildik” dedim kendi kendime. Biz yürümeye başlarken eşim de katılmak istedi; “Hayır sakın gelme!” dedim. Çünkü ne ile karşılaşacağımızı tahmin edebiliyordum. Kayboldu gözden, meğer ben öyle sanmışım. En arkalardan korteje katıldığını Gezi Parkı’na yakın bir mesafede gaz yerken gelen telefondan anladım. Teyzesi aramış “Dükkanı arıyorum, cevap vermiyor. Ortalık çok karışık çocuğum, çıkmayın bir yere” dediğinde nefesim kesildi. O kalabalık ve hengamede arkama baktım. Yoktu. Telefondan aramaya başladım, cevap vermiyordu. Her yer toz bulutu gibiydi. Döndüğümüzde hâlâ yoktu. Telaştan çıldırmış gibiydim. 23.30’da döndü. Kurtuluş’ta sıkışmışlar… Binalara sığınmış, çıkamamışlar. Yanına telefonunu da almamış; öyle çıkmış yola… Yüzünde atlattığı tehlikeden çok ilk kez benden gizli hareket etmenin verdiği telaşla… “Çocuklara et alacaktım, dayanamadım ardınızdan geldim!” dedi. Bende onu görmenin vermiş olduğu şükranla “Çocuklar evde… Ben yine gidiyorum” dedim.
O an kadınların bu ülkede teslim alınabilecek ‘son barikat” olduğunu unutmayacağıma çoktan yemin etmiştim…

YÜRÜYORUZ...
Beşiktaş’ta alkış, kıyamet kopuyor tencere tavalarla… Bir şölen alanı gibi ağızlarda düdükler çalındıkça camlarda teyzeler beliriveriyor. Bir, iki, üç derken yüzlerce sallanan el. İfade etmek nasıl imkansız. Bazı anlar sadece yaşanır, yaşanmalı…

Yürüyenler camlarda, balkondakileri selamlıyor. Arada “Gel! Gel! Gel!” diye sesleniyorlar birden bire… Hırkasını, tavasını, düdüğünü, bayrağını alan geliyor. Dalga dalga, çığ gibi büyüyor kalabalık… Kortejin sonu artık görünmüyor, biz inanamıyorduk. Meğer biz Osmanbey’e vardığımızda daha Akaretler’den kortejin sonu geliyormuş.

Ben böyle tarihi bir olaya tanık olduğum ve sanık olduğum için ancak gurur duyabilirim. Yenilgi hayatın her anında var, ancak yenilgiyi kabullenebildiğin, hazmedebildiğin ve tekrar mücadele alanına dönmek için ayağa kalktığında; aslında kazanmışsın demektir. Ve işte bu nedenledir ki; Beşiktaş belki ligde değil ama bir gün herkes bunu kabul edecek; camdan el sallayıp aramıza katılan ve bizimle birlikte yürüyen gönüllerin şampiyonudur. Kupasını da 16 Aralık’ta bizlere verdiği destekle halkımız vermiştir…

'KIZIMIN SINAVI VAR'
Saat 09:00. Ayaktayız o pazar sabahı. Kızım üniversite sınavına girecek. Ben götürmeliyim onu; annesi heyecanlı çünkü; heyecanını kızımıza yansıtmasını istemiyorum. Ben götürmeliyim. Kapı çalındı. Sanki insanın kaderini belirleyemeyeceğini bir tokat gibi yüzüne çarpan o anlardan birini yaşıyoruz. Aslında bekliyordum; ama bu kadar önemsenebileceğimizi hiç düşünmemiştim. Bir yandan didik didik evi ararlarken, bir yandan kamerayla görüntülüyorlardı. “Korkmasın!” diye eşim bir hamlede oğlumuzu içeri götürdü. Fakat kızımın yüzü bembeyaz. Geleceğini belirleyeceği o güvercin çarpıntısındaki telaşlı yüreğin; algılayamadığı öfkeyle karışık bir hüzün kaplamıştı sanki. Memurlar, “Kimse çıkamaz evden şu an” dedi. “Sınavı var” diye rica ettim, soğukkanlılığımı korumaya çalışarak. İzin verdiler Allah’tan. Eşim yine bir hamlede sınava yetiştirdi onu. “Kadınlar bunu nasıl becerebiliyor hâlâ anlamış değilim doğrusu” diye şaşkın ve birbirimize veda edercesine bakarken; “Bıraktım sınavda, iyi merak etme, seninle de gurur duyuyorum” dedi bana, memura öfkeyle bakarak… Onun gözlerindeki öfkeyi o günden sonar hep gördüm an ve an… Kelepçe takılmamasını rica ettim mahalleden çıkarkan. Kabul ettiler. Arabada onları bir daha göremeyeceğimi düşündüm sadece…

SIKI YÖNETİM Mİ VAR?
Hiçbir şey bilmiyordum. Benimle birlikte kimler alındı? Kim kaldı? Sıkı yönetim mi ilan edildi yeri? Tabii emniyette artık kelepçelenmiştim. Bir baktım, çocukluk arkadaşım, tribün emekçisi, pankartların efendisi; Deve Erol… Herhalde futbol tarihinde bir ilktir; pankart yapan bir holiganın müebbetle yargılanması… Ardından o da ne? Bülent Hoca’yı çizgili pijamasıyla getirmişler apar topar. Hocanın hali perişan, üzgün. Babalar günü o gün. Kızı dede olacağının müjdesini vermiş ona, bense kızımı çok üzdüm diye ağlıyorum için için…

Dedim ki: “Üzülme hoca, kartallar gibi yatar, kartallar gibi çıkarız elbet” Beni elebaşları olarak ayrı bir hücrede tuttular arkadaşlarımdan. Uzandım ranzaya. Uyutmuyorlar. Şeker ilaçlarımı istedim, vermediler. Arada koğuşlardan Başiktaş marşları söylüyorlar. Yemek geliyor… “Abi, polis abi! Ketçap var mı?” diye soruyorlar… Bir gülme geliyor. Tuvalete gitmek istiyor biri. “Polis abi! Abi WC’ye gitmem gerekiyor!” diye sesleniyor. İzliyorum aradan, gözüm aşina bu koca kahverengi gözlü çocuğa… En fazla 19-20 yaşında cılız bir delikanlı… “Ellerini uzat kelepçeni çıkarayım” diyor memur. Uzatıyor ellerini kendi çıkarıyor bileklerinden, “Gerek yok abi kendi kendime çıkarabiliyorum ben.” Yine bir gülme alıyor bizi. Polis “Düş önüme sırıtma” diyor. Meğer bu çocukta bizimle birlikte ‘darbe’ yapacakmış. Bir ara beni ve arkadaşımı ters kelepçeyle bir yere götürmek istiyorlar. Asansörle iniyoruz. Otopark gibi bir yerlerden geçiyoruz. Avukatın biri geliyor yanımıza. Memurları uyarıyor tekrar tekrar “Suç işliyorsunuz memur bey!” Bizi tekrar hücremize götürüyorlar. Gerekçe ne, nedir bilmeden dönüyoruz. Bildiğim ve hatırladığım tek şey; insanların size bakışları… O an utancın verdiği öfke; omuzlarımı dik tutmama neden oluyor…
Haklılığımıza olan inancımdan!