Doğanın tahribatından insanlığın yüz karalarına kadar, nereye baksak,  insanlığın uygarlık sanrısı ile doğanın acımasızlığı arasında salınıp durduğunu görüyoruz. Kısacası, bugünkü haliyle yeryüzündeki uygarlığın  “insanlık halinden” sınavda kaldığı söylenebilir. Teknolojiye bakarsan ileri bir uygarlıktan söz edilebilir. Kağıt üzerinde yazılmış haklara bakıldığı ya da eşitlik, özgürlük, demokrasi idealleri ciddiye alındığında insanlık biraz yol kat etmiş demek de […]

Doğanın tahribatından insanlığın yüz karalarına kadar, nereye baksak,  insanlığın uygarlık sanrısı ile doğanın acımasızlığı arasında salınıp durduğunu görüyoruz. Kısacası, bugünkü haliyle yeryüzündeki uygarlığın  “insanlık halinden” sınavda kaldığı söylenebilir.

Teknolojiye bakarsan ileri bir uygarlıktan söz edilebilir. Kağıt üzerinde yazılmış haklara bakıldığı ya da eşitlik, özgürlük, demokrasi idealleri ciddiye alındığında insanlık biraz yol kat etmiş demek de mümkün.

Ama kağıtları bir yana bırakıp gerçek hayata döndüğümüzde, bir yanda hala savaşı, sömürüyü, açlığı, yoksulluğu, zulmü, işkenceyi yaşayan ve yaşatan bir insanlık söz konusu; öte yanda bireysel düzeyde vahşetin ve acımasızlığın doruklara çıktığı haller hiç az değil. Teknolojinin hızıyla bencil bir bireyciliğin at başı gittiği günümüzde ise tehlikelerin daha arttığına kuşku yok… Bir yönüyle aşırı gelişmiş, öteki yönleriyle topallayan uygarlık devam ederse insanlık için daha kötü senaryoların sıraya gireceği de düşünülebilir. Bu nedenle gelecekle ilgili öngörüler arasında, teknolojinin birilerini dünyanın efendisi kıldığı, ötekilerini iyice işe yaramaz yapıp çöpe atabileceği senaryolar  yer almakta. Tek senaryo bu değil; ancak daha iyimser senaryoların gerçekleşmesi insana, yani bize bağlı… Ne yazık ki, bugün, kötümser senaryoları geçerli kılacak gelişmeler söz konusu… Kağıt üzerinde bir arada yaşamaktan, eşitlik ve adaletten, farklılıklara saygıdan söz edilen bir dünya ve insanlığı konuşmaktayız ama davranışa gelince bu dünyanın nimetlerini paylaşmaya hiç hazır olmadığımız ortada.

Oysa daha 1789 yılında özgürlük, eşitlik ilan edilirken onlarla birlikte ilan edilen bir kavram daha vardı; “Dayanışma”

Çünkü özgürlük ve eşitliğin ancak dayanışma ile birlikte var olması mümkündü ve insanlık hali de “dayanışma” dikkate alınırsa iyileşebilirdi. Bugün ise, dayanışma kavram olarak bile tedavülden çıkmış durumda.

Dayanışmanın sınanıp sınıfta kaldığı haller çok… Bunlardan biri de, bir kaç gün ölen ünlü filozof Agnes Heller’in bir söyleşide “ortak bir tehdit” olarak dile getirdiği “göçmenler” … Ekonomik zenginlikten insan haklarına kadar birçok konuda sınıfta kalan dayanışma, göçmenler, mülteciler konusunda da başarılı değil… Aksine Avrupa’da, Amerika da yaşananların gösterdiği gibi,  bu sınavın milliyetçi, ırkçı, faşist iktidarları demokrasi yoluyla iktidara getirip dünyayı daha yaşanılmaz hale getirdiği görülüyor. Kısacası, yine Heller’in deyimiyle “modern tiranların” iktidara gelmesinde duygular ve korkular  kullanılırken, bunlar arasında “işin, refahın paylaşılması” korkusunun başat rol oynadığı unutulamaz.

Bu nedenle, Türkiye’de de yaşanmaya başlayan göçmen, mülteci, sığınmacı sorunu karşısında hatırlamamız gereken kavram, dayanışma….

Gerçi Türkiye, bugüne dek Suriyeli sığınmacılarla ilgili olarak hiç bir ülkenin yapamadığını yaptı; ancak 4 milyonu bulan Suriyeli mülteciler burada kaldıkça sorunların artacağı, temel soruların da paylaşmakla ilgili olacağı açık. Kamplarda kaldıkça toplum için fazla sorun yaratmayan mülteciler, kentleri, eğitimi, sağlığı, işleri paylaşmaya doğru ilerledikçe rahatsızlıkların artacağı kuşkusuz. Bunlara karşı Trumph’ın, Orban’ın yaptığı gibi polisiye tedbirlerle çare bulmak da mümkün değil. Yani İstanbul Valiliği’nin düzensiz göçle mücadele etmek yolunda verdiği karar ya da Suriyelilerin geri gönderilmesi yolundaki çabalar, insanlığa ve mülteci hukukuna aykırı olduğu gibi, bu yolla sorunun çözülmeyeceği de ortada.

Her şeyden önce, Suriyelilerin dönüp de yaşam kuracakları bir ülke yok artık. Yakıp yıkılmış bir ülkede kalanlar için bile hayat yokken, her şeylerini yitirmiş ya da muhalif oldukları için mimlenmiş bu insanlar nereye dönecekler?

Kısacası, Suriyelilerin çoğunluğu için artık gelecek bu ülkede… Hükümetin ve toplumun bunu kabul etmesi, yaşanacak uyumsuzluk ile sorunları azaltacak önlemleri düşünmesi gerekiyor.  Din, gelenek, hak, hukuk, nereden bakarsanız bakın, insanlık deniliyorsa, insanlığın bir yandan savaşı durdurmak, öte yandan bu insanlara gelecek sağlamak borcu var.

Not: Prof. Dr. Füsun Üstel tahliye oldu. Ne diyeyim, sevincimiz, eşeğini yitirip bulan Nasrettin Hoca‘nın sevincine benziyor ama yine de sevindik.