İnsanlık suçu

Kapat gözlerini. Sen artık, kapısını kapattığında dünyayı dışarıda bıraktığın evinde değilsin. Esnafına selam verdiğin bir sokağın, sevdiklerinle paylaştığın bir mahallen yok. Bir işin vardı, çocukların okula gidiyordu. Mutluydunuz. Dolabında, özel günlerde giymek için ayırdığın güzel bir ceketin asılıydı. Çocukluğundan beri ara ara yazdığın günlük başucundaki komodinde, sevgilinin sana aldığı ilk hediye şifonyerin ikinci çekmecesindeydi. Çocuklarının düşen ilk dişlerini yazmaya sarıp saklamıştın. O da şurada bir yerdeydi, artık yok… Fırsat buldukça gittiğiniz bir sinema vardı. Gişedeki çocuk tanırdı sizi, hep en güzel yerden keserdi bileti. Dün gece, sabaha kadar yatağın altında birbirinize sarılarak bitmesini beklediğiniz bombardımanda öldü o.

• • •

Hayatını paramparça eden bir savaşın ortasındasın şimdi. Ölüm, çocukların odasının bir adım dışında. Gitmen gerek ve giderken, ağlayan küçük kızına neden bütün oyuncaklarını yanında götüremeyeceğini anlatmak zorundasın. Olur da bir gün geri dönebilirsen, yerinde bulamayacağını çok iyi bildiğin evine bakıyorsun şimdi. Kucağına sığdırdığı üç beş oyuncağa sımsıkı sarılan kızının inadını kırabilecek tatlı bir sözün kalmadı artık. Bağırıyorsun. Eskisinden daha da çok ağlıyor şimdi ve artık sen de… Saklandığın kapı arkasında gömleğinin koluna sile sile bitiriyorsun gözyaşlarını. Güçlü olmam lazım. Güçlü olmam lazım. Anana babana veda edeceksin daha… ve kaçamayacak kadar yaşlı ya da fakir tüm sevdiklerine…

• • •

Aç gözlerini. Bu, ülkesini terk etmek zorunda kalmadan önce, senin gibi sıradan hayatlar süren milyonlarca insanın hikâyesi. Yeni bir hayat umudu için savaştan, zulümden kaçan; dün kendi dükkânının kepengini kaldırırken, bugün dilini bile bilmediği bir ülkenin kaldırımında dilenci olan insanların acısı. Bu, insanın insana ettiği en büyük zulüm olan savaşın, hepimizi içine alan korkunç trajedisi. Üç yaşındaki Suriyeli Aylan’ın, Bodrum’da kıyıya vuran fotoğrafında hepimiz, hepimizin anası babası, çocuğu var. Üç yaşındaki Aylan, beş yaşındaki kardeşi Galip ve anneleri Rehan, diğer sekiz mülteciyle beraber Ege Denizi’nde boğuldu. Sağ kurtulan baba Abdullah Kurdi, karısının ve çocuklarının cenazesini alıp evine dönmek istiyor artık. Yan yana gömülmek için…

• • •

Denizin kıyıya bıraktığı Aylan’ın fotoğrafı, birer sayıdan ibaret görülen mülteci ölümlerini nihayet ete kemiğe kavuşturmuşa benziyor. Avrupa’da insanlar, ülkelerinin mülteci politikalarını tartışmaya açtı. Hükümetlerden göçmen kotasını artırmalarını talep etmekle kalmıyor; taşın altına ellerini koyup, evlerini ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak istediklerini duyuruyorlar. Avrupa’ya mülteci akınının kıtanın ‘Hıristiyan kökenlerini tehdit ettiğini’ savunan Macaristan Başbakanı Orban’ın insanlığın önüne dini koyan yaklaşımı ya da ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanlardan ‘sürü’ diye bahseden İngiltere Başbakanı Cameron, Avrupa’nın ırkçılıkla mücadele eden anti-faşist, sosyalist ve özgürlükçü insanlarını rahatsız ediyor. Fotoğrafın Türkiye’de de, parkta oyun yaşındayken, sokakta sana bana el açmak zorunda kalan Suriyeli çocukları itip kakanların ve karın tokluğuna çalıştırdığı Suriyeliyi, alışveriş yaparken sahte parayla kazıklayanların üzerinde daha örgütlü bir baskı yaratacağı açık.

• • •

Aylan ve onun gibi binlerce çocuğun ölü bedeninde, onları evlerinden eden diktatörün; kendinden başkasına hayat şansı tanımayan katil sürülerinin; demokratik taleplerle isyan eden Ortadoğu halklarının üzerinden çıkar devşirenlerin, mezhepçiliği körükleyen, kanlı bir iç savaştan liderlik kazanma hevesinde olanların; görülmemiş işkenceleriyle bölge halklarını katleden IŞİD’i ‘öfkeli gençler’ olarak tanımlayanların; dış politikasını “kardeşim Esad’dan düşmanım Esed’e” çevirerek ‘sorunu sıfırlayan’; stratejik derinliğini üç güne kalmadan Şam’a girme ve Emevi Camiisi’nde namaz kılma hayalleriyle inşa edenlerin; MİT TIR’larındaki silahları yardım malzemesi diye yutturmaya çalışanların eli var. Bizi bu insanlık suçuna ortak olmaktan ancak, göçmenlerle dayanışmak ve AKP’yi dış politikasının hesabını vermeye zorlamak korur.