İnsansız adalet olmaz Adaletsiz insan olur mu? Olur, olmaz olur mu! Ama, olmaz olsun*

Tam 27 yıl oldu. Canımın parçası kopalı tam 27 yıl.

27 yıllık yorgunluk anlatılabilir mi? 27 yıllık adaletsizlik isyan, öfke, umut, arayış, direniş türlü duygu türlü öykü barındırıyor. Bence üzerinde durmamız gereken ne hissettiğimizden çok böyle hissetmekten kurtulmak için ne yapacağımız olmalı. Ne hissettiğini bildiklerimin yanında olmaya, öyle hissetmeyecekleri hiç değilse anlık bir nefes aralığı olsun diye inandığımca, elimden geldiğince ‘buradayım’ diyenlerden olmaya çalışıyorum. En büyük acılar, paylaşıldığını biliyorsanız göğüs gerilebilir hale geliyor. Bunu bildiğimden.

Vahşilik karşısında insan olanın hisleri uyuşur. Vahşete tanıklık eden iyileşmez bir yarayla yaşar. Bellek vahşeti taşır, unutmaz. Yaşamak için unutmak gerektir. Ama kim ne kadar isterse istesin bellek unutmaz. Mutlaka o travma belki bazen en olmadık yerde kişiyi bulur. Çarpar. Eğer sizin can evinizde yaraysa vahşet, yaşamınız adalet peşinde iz sürerek geçiyorsa; her yıl öncekinden uzundur. Oysa adalet bir gün herkese gerekir ve yeni acılar yaşanmasın diye unutmamak şarttır.

27 yıl önce Sivas’ta yaşanan vahşet devlet eliyle adaletsizliğe mahkûm edildi. Çünkü devlet katliamın arkasındaki siyasal İslâm ideolojisinin kalıcı bir rejim olmasını istedi. Katliamlardan, kıyımlardan beslenen şeri düzen kendi inancından, düşüncesinden olmayan herkesi, düzen dışı her adımı için cezalandırmayı göze girmek, yükselmek, zenginleşmek için bireyin eyleme geçme özgürlüğü için meşru bir zemin olarak tanımlıyor. Hukuka, yargıya, kanıta gerek olmayan bu düzen bugün 21. yüzyılda bizim ülkemizde “Adalet Saraylarında” güdümlü kadrolarla tek kişinin istemi doğrultusunda vücut buluyor.

Klişe bir deyimle söylemek gerekirse hiçbir şey bir anda olmadı. 27 yıl önce Sivas’ta insanlığa düşman olan Cumhuriyet, laiklik ve aydınlanma karşıtı güçler çağlar boyunca yaptıkları gibi düşünen, hisseden, insana inanan Alevi toplumunu ve düşünceyi duygularla birleştirerek insanlara ulaştıran sanatçıları yok etti. O gün bu karanlığın suçluları korunurken yargı önünde karşılık beklemeden yitirdiklerimiz için adalet arayışımızda sesimiz olan avukatlar vardı. Yüzün üzerinde avukat davayı takip etti. ÇHD bizimleydi. Savunma haktır. Elbette sanıkların savunma hakkını yok sayacak değiliz. Elbette avukatları olacak ancak aradan geçen zamanda sanıkları savunan avukatların neredeyse tamamı devlet kademelerinde, üst düzey bürokraside, siyasette mevki edindi, ödüllendirildi ve kollandı. Milletvekili, bakan oldu. Bizim avukatlarımız mahkeme salonunda yerlerde sürüklendi, sanık yakınlarınca dövülmelerine müdahale edilmedi. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan sanıkları cezaevinde ziyaret etti. Bugün insanlar tweet attıkları için Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla tutuklu yargılanırken o gün insanları cayır cayır yakan katillerin tutuksuz yargılanmalarına, kısaca firar etmelerine izin verildi. Katliamın planlayıcıları, örgütleyicileri yargı önüne taşınmazken yargı önüne taşınan suçu sabit bir avuç eylemciye verilen ceza bugünün tek adamı tarafından katillerin mağduriyeti olarak görüldü. İnsanlık suçu zaman aşımına uğradığında “hayırlı olsun” müjdesiyle bu mağdurların özgürlüğü için sözler verildi ve 27. yılda Cumhurbaşkanı’nın kişisel kararı ile yüzlerce hasta ve mağdur mahkûm varken cımbızla seçilen Ahmet affedildi. Yıllar içinde defalarca tanık olduğumuz üzere torba yasalar içinde saklı maddelerle faili meçhul siyasi cinayetlerin katilleri serbest bırakıldı. 27 yıl sonra bugün meclisten geçen son infaz yasası uyarınca Sivas Katliamı hükümlülerinden serbest bırakılan olmuş mudur? Bu sorunun yanıtı yıllar içinde sayısız kez verilen soru önergelerinin yanıtsızlığında saklı. 27 yıl içinde ÇHD emekçinin, çocuk istismarının, faili meçhullerin, hak ihlallerinin takipçisi oldu. ÇHD artık yok. KHK ile kapatıldı. Adalet savunucularının ofisleri kapılar kırılarak basıldı, sayısız avukat tutuklandı. Sivil toplum, sendikalar, meslek örgütleri daima baskı altında. Bugün ise baroları işlevsizleştirmek için adım atan bir iktidar var. Sebep o gün yola çıkılan Cumhuriyet karşıtı, siyasal İslâm rejiminin tek adamın iki dudağı arasında yönetilen bir Yeni Türkiye rejimi olarak devamlılığının sağlanmasıdır. Sorgulayan, haklıyı savunan, adaleti arayan gerçek hukukçuların tasfiyesi için şimdi sırada çoğulcu ve sorgulayan değil tek sesi barolar yaratmak var.

Acıyı paylaşmak ve taşınabilir kılmak için yan yana gelen Cumartesi Anneleri’ni, adalet talep eden herkesi terörist yaftasıyla, gizli tanıklarla, asılsız iddianamelerle suçlayarak toplumsal muhalefeti yok etmek hedefleniyor. Kimin kim olduğunu, düşünsel farklılıkları, ideolojik ayrışmaları bilmeyen, ayıramayan, kesif bir cehaletin yarattığı yan yana gelmesi mümkün olmayan örgüt kokteylleriyle suçlanan sayısız avukat ve düşünce suçlusu hapiste. Ebru Timtik ve Avukat Aytaç Ünsal adli yargı talebiyle ölmeye yatmış durumda. Dünyada en fazla tutuklu gazeteci, avukat bulunan ülkeyiz. Gerçek terör tanımının içini boşaltarak terörizmi, faşizmi sıradanlaştıran ve cezasızlıkla da meşrulaştıran hatta düzen haline getiren bir anlayışla mücadele ediyoruz. İşte böyle bir zamanda çıkar uğruna, pasaport uğruna meslek etiğini ve onurunu, örgütlerini yok sayarak iktidarın sesi olan Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın önce önlemeye çalıştığı, sonra utanmazca arabuluculuğa soyunarak kendini kurtarmaya çalıştığı tarihi bir itiraza tanıklık ediyoruz. Baro Başkanları yürüyor, direniyor.

27 yıl sonra gerçek avukatların, hak savunucularının varlığını hissetmek, savunmanın yürüdüğünü görmek, yaşama tutunmak ve geleceğe inanmak için sebeptir. Bu dava biz bitti demeden bitmeyecek. Çünkü gerçek hukukçular, avukatlar var.

*Özdemir Asaf