Kişinin geleceği tehdit olarak görmek zorunda kaldığı dünyaya tepkisi, hayatı parçalara bölme eğilimidir. Kısa epizodlarla derdini çabucak anlatıp sonraki bölümü merak ettirecek çengeli izleyicinin zihnine atabilen dizilere ilginin bunca artması, hayatın anlara bölünüp her diliminin teşhir edilmesi, Marx bugün yaşasaydı, belirsizliğin ekonomi politiği üzerine kafa yorması gerektiğini düşündürürdü ona

Instagram, yoga ve baskın seçim

“Birey, yurttaşın en kötü düşmanıdır”, böyle söylemişti de Tocqueville; Zygmunt Bauman da, günümüzün bireyselleşen dünyasında topluluk inşasının elde kalan tek yönteminin mahremiyetleri paylaşmak olduğunu yazmıştı. Bu inşa tekniği ancak bir hedeften diğerine istikrarsız biçimde kayan kısa ömürlü topluluklar üretebilir. Onun kavramsallaştırmasına göre ‘askı toplulukları’dır bunlar, pek çok yalnız bireyin kendi bireyselliklerini astıkları çivinin çevresinde anlık bir toplanmadan ibarettirler. Bu çivinin şimdiki adı Instagram. Her birimizin neredeyse her özel dakikası sunuluyor orada. Genciz, güzeliz, devrimciyiz, kitabımız yayımlanıyor, şarkımız listelerde, yine çok çılgınız, uçaklara biniyoruz, yurtdışındayız, sabah kahvemizin yanında Sabahattin Ali okuyoruz, bize kırmızı çok yakışıyor, rakı içiyoruz filan…

Solan toplumsal normlardan çıkan şey, aşk ve yardım arayan, çıplak, korkutulmuş, saldırgan egodur. Kendi benliğinin sisi içinde arayışını sürdüren birisi, bu tecritin, bu yalnızlığa hapsedilen egonun bir kitlesel hüküm olduğunu artık fark edemez.” Ne zaman Instagram’daki paylaşımlara baksam, aklımda bu cümleler. Christopher Lasch ise şöyle sesleniyor bizlere: “Hayatlarını önemli ölçüde iyileştirme umudu taşımayan insanlar, önemli olanın, kendi duygularını tanıyarak, sağlıklı beslenerek, doğu bilgeliğini benimseyerek, jogging yaparak, ‘ilişki kurma’yı öğrenerek sağlanan fiziksel özgelişim olduğuna kendilerini inandırmışlardır. Kendi başına zararsız olan, bir program halinde uygulanan, özgünlük ve farkındalık söylemiyle sarılıp sarmalanan bu uğraşılar, siyasetten geri çekiliş anlamına gelir.” Arkadaşlarımın doğu bilgeliğinde, yogada, içsel yolculuklarında ne kadar ilerlediklerini Instagram’dan izleyebildiğim bir çağ bu! Bilgelik arttıkça gösterinin azalmasını beklemem benim ağır modernite döneminde kalmış bir insan olmamdan kaynaklanıyor, yeterince akışkan değilim; görünen o ki, olamayacağım da.

Daha güvenli, insani, adil bir topluma inancın yitimini, o inanç uğruna mücadelenin ivme kaybını görüyorum bütün bunlarda; tecritteki egosunun tercih değil kitlesel hükümle oraya sıkışıp kaldığını fark edemeyen, hayatlarını önemli ölçüde iyileştirme umudu taşımayan insanlar, evet, öyle insanlara dönüştüğümüzü görüyorum. Yine de son bir umutla topluluk inşa etmeye çabalıyor, mahremiyetimizi sergiliyoruz. O son umuda sarılıyorum ben, insanın topluluğa, bir başka insana duyduğu ihtiyaca, “Ben sana mecburum bilemezsin”e.

Kişinin geleceği tehdit olarak görmek zorunda kaldığı dünyaya tepkisi, hayatı parçalara bölme eğilimidir. Kısa epizodlarla derdini çabucak anlatıp sonraki bölümü merak ettirecek çengeli izleyicinin zihnine atabilen dizilere ilginin bunca artması, hayatın anlara bölünüp her diliminin teşhir edilmesi, Marx bugün yaşasaydı, belirsizliğin ekonomi politiği üzerine kafa yorması gerektiğini düşündürürdü ona. Zira, şu anlattıklarımın, garantisi olmayan işlerde Brezilya usulü çalışılmasıyla, ana muhalefet partisi vekillerinin işe yaramadığı kesinleşmiş Meclis’te sade suya tirit (ya da tweet) hayatlarıyla, kitlelerin artan siyasal davranış yeteneksizlikleri ve sorumlu yurttaşlıktan çıkışlarıyla, etiğin itibar kaybıyla, kısacası her şeyin her şeyle bir ilgisi olmalı.

Siyasi partilerimiz, belirsizliğin ekonomi politiğini, her şeyin her şeyle ilgisini kurabilecek yapıdalar mı? Değiller. CHP’nin seçmen sosyolojisi üzerine İsmail Saymaz’la bir tartışmamızda, “Seçmen sosyolojisini gerekçe göstererek partinin milliyetçiliğe yaslanmasını teşvik edişi” eleştirmiştim, o da “Parti tabanının yapısının bunu gerektirdiğini” ileri sürmüştü. Geçtiğimiz günlerde Ergin Yıldızoğlu yazdı: “CHP adeta kendisine odaklandığına inandığı bir büyük gözün (“Yeterince Müslüman mı?”, “Yeterince milliyetçi mi?” sorularıyla yargılayan ama asla “Yeterince demokrat mı?”, “Yeterince özgürlükçü mü?” diye sormayan) bakışından korkuyor! Böyle bir büyük gözün olmadığına, laik cumhuriyetin çoktan tükendiğine bir türlü inanamıyor. HDP de, 7 Haziran’a kadar AKP ile muhalefet arasında kararsız kalmış olmanın trajedisini yaşıyor.” Doktora derslerinde öğrencisi olmaktan mutluluk duyduğum Prof. Yılmaz Esmer’in yakın zamanda yayımlanacak araştırması ise, CHP vekillerinin parti tabanlarından daha solda olduğu tespitiyle, İsmail Saymaz’ı doğruluyor.

Devrimcilik, somut gerçekliği tahlil ettikten sonra onu değiştirme mücadelesi elbet. Korkutulmuş, siyasetten çekilmiş, toplumsal normlar solarken teknoloji marifetiyle ve kolayından da olsa topluluk inşa etmeye çabalayan günümüz bireyi; emeğin değişen tanımı-kapitalizmin yeni aşaması-uluslararası ilişkilerde sarsılan dengeler; Türkiye’nin mevcut nüfus yapısında sağa oy veren otuz milyon insana karşı, yaklaşık on sekiz milyon yurttaşı temsil eden, kısmen ilerici değerlere açık ama kendi bünyesindeki yoz unsurlarla da çelişe didişe sistem içinde yalpalayıp durmaktan kurtulamayan muhalefet; dinamik potansiyele sahip olmalarına rağmen niteliksel sıçrama yapamayan sosyalistler. Çok değişkenli denklemimiz bu.

Sağın o kadar oyu olsa da, Türkiye’de tesis edilen Saray rejiminin otuz milyon oyu yok, lakin 24 Haziran’da yapılacak olan da bir seçim değil zaten. Bu esnada bizler de hayatlarımızı teşhire devam ederek kişi ya da grup olarak kendi küçük egolarımızı şişirmekteyken tepemize binen faşizmce yok edilecek. Ya da,

Yazıyı burada bitirmek gerekir aslında, o virgülle. Hamaseti, sloganı, toplumsal karşılığı olmayan arayışları bırakıp düşünmeye vesile olur belki. Amerikan füzelerini “insanlığın vicdanı” sayıp selamlayan bir iktidar eliyle yürütülen sınır ötesi harekâtın şakşakçısı ‘ulusalcı’ ve ‘İslamcı’ların azımsanmayacak sayıda olduğu, özgürlükçü değerlerin zerre kadar itibar görmediği, hukukun ayaklar altına alındığı, emek sömürüsünün utanmazca sürdürüldüğü, ekonomisi tamamen çökmüş, iliklerine kadar çürümüş, her şeyiyle koca bir sirke dönüşmüş ülkede seçimler yoluyla değişime inanan varsa, iyi niyetlerini selamlarım. Virgülü benim gibiler için koyuyorum, tüm bunların ötesinde başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünenler için.