Saldırının üzerinden bir saat geçmişken, Twitter, Facebook, Instagram, Youtube, Tiktok, Telegram başta olmak üzere birçok sosyal medya platformunun bant genişliği yüzde 70 ile yüzde 100 arasında daraltıldı.

İnternetin fişini çekme tatbikatı
Fotoğraf: Unsplash

Emre Tansu Keten

Geçen pazar günü Taksim İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen terör saldırısının ardından insanlar, 7 Haziran–1 Kasım 2015 döneminin hafızasının da güçlendirdiği, bir merakla olayın ayrıntılarını öğrenmeye çalışırken, önce RTÜK olay hakkında yayın yasağı getirdi, ardından ise BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) hemen hemen bütün yaygın sosyal medya platformlarını içerisine alan bir bant daraltma uygulamasına gitti. Ülkede yaşanan her ciddi olayda, ilk olarak bu olayın kendisine zarar vermeyecek bir şekilde çerçevelenmesi için önlem alan, bunun yanında hızla yapılan “Olumsuz paylaşım yapan hesaplar hakkında inceleme başlatıldı” açıklamalarıyla birlikte, söz konusu olayın sosyal medyada tartışılma sınırlarını da belirlemeye çalışan siyasi iktidar bu terör saldırısına da benzer bir şekilde reaksiyon gösterdi.


Yayın yasağı ve hakikat tekeli

Ülkenin belki de en önemli ve simgesel mekânlarından birisi olan İstiklal Caddesi’nde bir bombalı saldırı olmuşken ve insanlar öncelikle bu saldırı hakkında bilgi alma ihtiyacı duyarken, RTÜK tarafından getirilen yayın yasağı ile birlikte haber kanalları alakasız ve gerçek gündemden uzak haber ve programlar yayımlamaya başladı. Bu yayın akışı sadece yetkililer tarafından yapılan resmi açıklamaları aktarmak için kesintiye uğratıldı ve açıklamalar sona erdiğinde, aynı yayın akışı kaldığı yerden devam etti. Yani az sayıda yapılan resmi açıklama dışında, bütün haber kanalları sanki ülkede böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi davrandı.

Bu tip olayların hemen ardından, faillerin yakalanması ve plan dahilindeki başka bir saldırının gerçekleşmemesi için yayın yasağı koymanın bazı mantıklı gerekçeleri sunulabilse de, AKP iktidarının yayın yasağı silahını kendisini zor durumda bırakabilecek her türlü olayda fütursuzca kullanması, bu yasağın belli başlı ayrıntıları değil her türlü bilgi ve haberi kapsaması ve yine her başlıkta olduğu gibi bu tip gündemlerde de resmi açıklamaların hakikatin tek temsilcisi olarak kabul ettirilmek istenmesi, yayın yasağının mantıklı gerekçelerinin inandırıcılık düzeyini büyük oranda azalttı.

Oysa, böylesi kaotik ortam yaratan olayların ardından gazetecilik faaliyetinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi hem toplumsal infial tehlikesini azaltacak, hem halka doğru ve teyit edilmiş bilgilerin ulaşmasını sağlayacak, hem de faillerin ortaya çıkartılması konusunda kolaylaştırıcı bir işlev yüklenebilecekken iktidar alışıldık bir şekilde gazeteciliğin önünü kesmeyi, tek gerçek bilginin kendi açıklamaları olduğunda ısrar etmeyi tercih etti. Biliyoruz ki, tarih boyunca resmi açıklamalar bir olay ya da olguyu gerçek anlamda açıklayabilseydi, gazetecilik mesleğinin ortaya çıkmasına da gerek kalmayacaktı. Bunu iktidar da çok iyi bildiği için gazetecilik yine susturuldu.

Fişi çekmek

Ancak bu sefer sadece gazetecilik susturulmakla kalmadı, internetin tümden fişi çekildi. Saldırının üzerinden bir saat geçmişken, Twitter, Facebook, Instagram, Youtube, Tiktok, Telegram başta olmak üzere birçok sosyal medya platformunun bant genişliği (bandwidth) yüzde 70 ile yüzde 100 arasında daraltıldı. internete bağlı bir cihazın/sitenin belli bir zaman aralığındaki veri alışveriş kapasitesini niteleyen bant genişliğinin bu oranda daraltılması, bu platformların tamamen kullanılamaz hale gelmesine neden oldu ve bu sansür hali on saat boyunca devam etti.

İlk başta, BTK’den yapılan açıklamaya da referansla, saldırıda hayatını kaybeden ya da yaralanan insanların hassas görüntülerinin paylaşılmaması için alındığı düşünülen bu kararın, sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın isteğiyle yürürlüğe konulduğu ortaya çıktı. Erişim kısıtlamasını talep eden kuruma baktığımızda, siyasi kaygıların yanı sıra, başat kaygının turizm potansiyelinin zarar görmemesi olduğunu, turizm sektörünün menfaatleri için bütün ülkenin on saat boyunca internetsiz bırakıldığını söyleyebiliriz sanırım.

Bant daraltmanın hukuki dayanakları hakkında yorumda bulunan hukukçu Yaman Akdeniz, iktidarın bu yaptırımı uygularken, 2016 yılında, OHAL koşullarında, çıkartılan 671 sayılı KHK ile BTK’nin işleyişini düzenleyen maddeye eklenen bir paragrafı kendisine dayanak yaptığını söyledi. Bu paragrafa göre Cumhurbaşkanlığı erişim kısıtlaması talebini doğrudan BTK’ye iletmekte ve BTK bu kararı en geç iki saat içerisinde yürürlüğe koymakla mükellef olmakta. Bu süreçte mahkeme kararı da beklenmiyor. Bu nedenle bu yaptırımların hukuki düzlemde hesabının sorulması da güçleşiyor.
Bu işleyişin siyasi iktidarın eline, keyfi bir şekilde kullanabileceği, büyük bir sansür silahı verdiğini son olayla birlikte çok daha açık bir şekilde görmüş olduk. İktidarın, sert geçeceği şimdiden belli olan seçime kadarki süreçte bu silahı kullanma yoluna gideceği, özellikle seçim akşamı internet erişimini kısıtlayabileceği, haklı olarak, akla gelen ilk senaryolar oldu. Bu anlamda, 13 Kasım’da uygulanan kısıtlamayı, internet sansürünün ne kapsamda işe yaradığı, çevrimiçi iletişimi ne oranda azalttığı, teknik olarak ne kadar sürede etkili olduğu, kamuoyundan ve çeşitli siyasi/iktisadi kurumlardan ne ölçüde tepki çektiğinin test edildiği bir tatbikat olarak niteleyebiliriz. Buradan çıkan sonuçları iktidarın nasıl anlamlandırdığını ise önümüzdeki sekiz aylık dönemde yaşayarak göreceğiz.

Sansüre karşı politik ve pratik direniş

Bu internet kısıtlaması, meşrulaştırılması için hangi gerekçeler öne sürülürse sürülsün, açıkça bir sansür uygulamasıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde korunmuş haberleşme ve ifade özgürlüğü haklarının çiğnenmesidir. Bu bağlamda, halkın iletişim kurmasını, haber vermesini ve haber almasını, düşüncelerini ifade edebilmesini engelleyen ve OHAL koşullarında bir KHK marifetiyle yaratılan bu antidemokratik işleyişin ortadan kaldırılması, internetin hiçbir şekilde sansürlenemeyeceği bir yasal düzenlemenin hayata geçirilmesi elzemdir. Bununla birlikte, 2020 ve 2022 yıllarında çıkartılan sansür yasalarının, haberleşme ve ifade özgürlüğü haklarını güvence altına alan yeni düzenlemelerle değiştirilmesi gerekmektedir. Bunlar politik mücadelelerin konusudur ve Türkiye’de internet ve sansür meselesi, gelecek dönemde politik mücadelelerin içerisinde kendisine çok daha fazla yer bulacaktır.

Bunun dışında, sansüre karşı kısa dönemde hayata geçirilebilecek pratik önlemlere de önem verilmelidir. Örneğin, son kısıtlama sırasında, bizzat internete erişimi yasaklayan BTK’nin başkanının tweet atması (absürt) örneğinde gördüğümüz gibi, sansür mekanizmalarını aşacak teknik olanaklar hakkında olabildiğince çok kişinin bilgilenmesi sağlanmalıdır. VPN tekniği, doğru programlar tercih edildiğinde, sadece sansürü aşmak için değil kişisel verilerin korunması konusunda da yararlıdır. Rusya, Belarus, İran ve Çin gibi ülkelerin VPN kullanımını yasaklamış olması da bu konuda bir fikir verebilir. Keyfi internet sansürüne karşı ne kadar çok kişi BTK Başkanı gibi hazırlıklı olursa, sansür pratik olarak o kadar boşa düşmüş olacaktır.
Ancak, tekrar edelim, sansür teknik bir sorun değil politik bir tahakkümdür. Onu etkisiz kılacak yol da teknik çözümlerden değil, politik mücadeleden geçmektedir.