İnsanın küçük yaşlarda bir çocuğunun olması, eğer niyeti varsa, perspektifini geliştirmesi için harika fırsatlar sunan bir durum. Bunun için, rutine kapılıp gitmek yerine detaylara dikkat etmek gerekiyor tabii. Bu yazıyı işte öyle bir anda, 5,5 yaşındaki kızımla dijital yayın platformunun listesinden izlemesi için bir film seçerken kafamda yazmaya başladım. Kumanda benim elimdeydi; kızım da "aşağıya, yukarıya" gibi komutlar vererek ve kapak görsellerine dayanarak film seçiyordu. En sonunda Sindirella animasyon filmini seçti. Tıkladım ki, yapılış tarihi 1950 yazıyor. Önce, "Kızım bu çok eski, sevmezsin, başka bir şey seçelim" demek aklımdan geçti. Sonra, ‘niye müdahale ediyorum ki’ diye düşündüm, izlesin ve kendi karar versin. Son teknolojiyle yapılmış, inanılmaz gerçekçi animasyonlara alıştığı için bu eski tekniği benimsemeyeceğinden emin gibiydim. Elde kumanda, "Kaçıncı dakikada pes edecek acaba?" merakıyla beklemeye başladım ama sonuna dek severek izledi. Bittikten sonra onunla film üzerine konuştuğumda da eskiliği konusunda tek bir laf etmediğini, eski olarak algılamadığını fark ettim. Cümle olarak böyle söylemedi ama bunun bir tarz olduğunu düşünüyordu. Anladım ki bunu eski olarak görmemiz, yeterince yaşayıp gelişimine şahit olmamızdan kaynaklanıyor.

Konu üzerine düşünürken, ilkokul çağındaki yeğenimin Minecraft ve Roblox düşkünlüğü de aklıma geldi. Bu oyunların da grafikleri gayet ilkeldi ama 2010’ların ortasından sonra doğan kuşak için bu bir dert değildi. Çünkü çok daha gerçekçi grafiklerle yapılmış konsol oyunları yerine bunları tercih ediyorlardı. Bu, sadece bizim gibi Commodore 64 kullanarak büyüyen nesiller için eskiyi ifade ediyordu. Bence, yenilik algımızla ilgili bu durumu, oyunların düzleminden alıp internetin gelişimine de uyarlayabiliriz. Acaba yenilikçiliği ve şu ‘next step’ meselesini fazla mı abartıyoruz?

METAVERSE’TE NOSTALJİ

New York Times’tan Kashmir Hill, Meta’nın, Metaverse projesi Horizon Worlds’te günün ve gecenin her saatinde bulunarak yaşadığı deneyimi haber haline getirdi. Henüz emekleme aşamasında diyebileceğimiz bu ortamdan aktardıkları oldukça faydalıydı. Çünkü oturduğu yerden eleştirmek yerine, bir gazeteci titizliğiyle içeriye dalmış ve düşüncelerini yazmıştı. Bu haberde benim en çok ilgimi çeken, Metaverse deneyiminin Kashmir Hill’e, internetin ilk günlerini hatırlatması oldu. Çünkü içeride rastgele gezinirken avatarlarla temsil edilen yeni insanlarla karşılaşıp tanışıyor ve nasıl göründüğüne ya da gerçekte kim olduğuna bakılmaksızın sohbet edebiliyordu. Bu durum ona, internetin 1990’lardaki ilk günlerinde AOL sohbet odalarında yaşadığı tatlı deneyimi hatırlatmıştı. Özellikle Z kuşağı üyelerinin Roblox gibi platformlarda yaşadığı da bu ve onlar 1990’ları hiç görmediler. İşte sosyal medyanın hayatımızdan söküp aldığı internet gerçeklerden biri de bu. Artık nasıl göründüğümüz ve hayatımızı nasıl sunduğumuz, kim olduğumuzdan daha önemli. Instagram gibi platformlarda vitrine çıkardığımız benliğin bağlayıcılığı bizi mutlu mu ediyor yoksa mutsuz mu? Burası biraz düşündürücü.

BİLGİ DÜZENSİZLİĞİ

Bugün, yaklaşan seçim öncesi büyük bir fırsatçılık eseri olarak yasalaşan dezenformasyon düzenlemesi gündemde. Yasanın risklerini ve olası sonuçlarını yazılarca ve konuşmalarca anlattık ama fayda etmedi. O yüzden tekrar konuya dönmeyeceğim ama bir ‘dezenformasyon yasası’ yapma işgüzarlığını tetikleyen bilgi düzensizliği sorununu neyin yarattığı üzerine düşünmek isterim. Bu büyük oranda sosyal medyanın eseri. Çünkü sosyal medya, ifade özgürlüğüne hak tanıdığı kadar dezenformasyon ve nefret söylemine de hak tanıdı. Sosyal medya bazı şeylerin asla gizli kalmaması gibi bir fayda sunarken hakikatin önemsizleşmesine de yol açtı. Kullanıcılar daha fazla platformlarda kalıp daha fazla veri bıraksın diye de insanların ilgilendiği içeriği, algoritmalar kullanarak öne çıkardı. Bu aslen inanmak istediğimiz yalanların da öne çıkması demekti. Bu durum bilgi düzensizliği sorununun etkilerini kat kat fazla yaşamamızı sağlıyor. Aslında temelinde internetin merkezileşmesi sorunu var. Çünkü artık tek tek web sayfalarında değil, büyük birkaç platformda toplanıyor ve buna internet diyoruz. Oysa interneti icat edenlerin ideali, bilakis iletişim ağını merkezi olmaktan kurtarmaktı. Bugün internetin mucitleri arasında sayılan Tim Berners Lee, başta pek çok aktivist web’in ruhu için savaşıyor. Web’in ruhu dediğimiz şey de geleneğinde yani merkezsizliğinde yatıyor. Bugün Web3 isimlendirmesiyle yeni bir merkeziyetsiz internet vizyonunu tartışıyoruz ama buna da itirazlar var. Çünkü merkeziyetsizliğin sadece blokzinciri, NFT ve kripto paralar üzerinden konuşulması, gerçek anlamına dair çelişkiler yaratıyor. Oysa merkeziyetsiz internet sadece bunlarla ilgili değil. Bu ideal ve tasarım, bunların hiçbirisi yokken de vardı. Bu nedenle, DWeb gibi merkeziyetsizlik hareketlerine daha yakından bakıp internetin gerçek ruhu üzerine düşünmeyi faydalı buluyorum.

YENİLİĞİ SORGULAMAK

İki hafta önce, bu köşede, Twitter’a gelmesi beklenen edit özelliği üzerinden, sosyal medyaya zaman içinde eklenen özelliklerin nelere yol açtığından bahsetmiştim. İşte, genel olarak yenilikçilik dediğimiz olay da her zaman iyi sonuçlar doğurmuyor. Bunun farkında olmak elbette işleri otomatikman düzeltmemizi sağlamıyor. Çünkü tüpten çıkmış bir macunu yerine sormak imkansızdır. Ancak bu bize, sonraki yenilikleri sorgulama ve bazı sorunları çözme konusunda ipuçları verebilir. Bu nedenle, internetin geleceğini düzeltmek de aslında geçmişine yaklaşmakla ilişkili olabilir ve bu eski kafalı olmakla aynı şey değildir.