İntihar eylemleri konusunda Hasan Sabbah’ın fedailerinin önemli bir yeri vardır. Yerleşik egemen dinsel-düşünsel anlayışla sorunu olan bir kişidir Hasan Sabbah. Şiiliğin İsmailiye koluyla bağlantılıdır. Alamut Kalesi’ne çekilerek politik düşünsel mücadelesini dâileri, fedaileri eliyle sürdürür. Dönemin, Selçuklu olsun, Abbasilerden olsun pek çok devlet görevlisi, fedailerin bıçağı altında can vermiştir. Büyük Selçuklu Devleti’nin görkemli veziri Nizam-ül Mülk de bu kurbanlardan biridir.

Hasan Sabah’ın fedaileri öylesine ulaşılmaz kişilere ulaşıp suikastlar yapar ve öylesine gözü pek eylemleri başarır ki, bu eylemleri ancak ve ancak esrar, haşhaş içerek uyuşturucu etkisi altında yaptıklarına inanılır olmuştur. Bu nedenle kendilerine Haşhaşi, Haşhaşiyun denmiştir. Haşhaşilerin eylemleri Batı dillerine de etimolojik bir katkı yapmıştır. İngilizce’de suikastçı/katil anlamına gelen “assasin” ve suikast anlamındaki “assasination” sözcüklerinin kökeninin Haşşaşiyun’dan geldi söylenir. Yaşadıkları dönemde o denli etkin ve tanınır olmuşlardır. Bu da Batıya ölümcül bir dil hediyesi olarak geçmiştir.
Bu denli ölüm meleği niteliklerine kaşın, eylemleri sadece hedef aldıkları kişileri etkiler. Çünkü suikast araçları bıçaktır. Eylemden hemen sonra genellikle linç edilirler. Bir kısmı hemen kendilerini öldürür ki ele geçmesinler. Hedeften başkasına ölüm getirmezler ki kendilerini kurtarmak pahasına dahi bunu yapmazlar.

Fransa’da yaşayan bir akademisyen olan Ferhad Khosrokhavar, siyasal İslam temelli intihar eylemlerinin tarihsel düşünsel temelini Kerbela’da “şehit” edilen İmam Hüseyin olayına dayandırıldığının verilerini sunuyor bize. “Hüseyin ve soyu, Emevi saltanatını sarsmak uğruna, kıyıma girişmeden, tehlikeye yol açmadan bile bile kendilerini feda etmişlerdir… Hüseyin’in şehitliği, Yezit sapkınlığına karşı bir mesaj… İslam’ı kurtarmak için kendini feda.” (İntihar Bombacıları-Allah’ın Yeni Şehitleri, s. 38, Versus, çev. Tülay Duman)

Başta, kendisin kurbana öldürterek, yok etmek istediği düşmanı işaret etmek gibi edilgen bir eylem biçimidir. Ancak zamanla, düşman gördüğüne karşı öldürücü ve kaçınılmaz bir tehlike olduğu bir dile dönüşmüştür: Ya öleceksin, ya da öleceksin; tıpkı benim gibi!

İran Irak Savaşı sırasında, “en alttaki” İran’lı gençlerin İslam Devrimi ütopyasıyla bir kollektif kimlik duygusuyla intihar eylemlerini seçmeleri, şimdiki zamana da ışık tutmakta. Tarihsel başlangıcındaki gibi edilgen değil, etkin bir konum alış söz konusudur burada. Hedef, Irak’tır. Şahadete geçiş süreci ve “Şii” kültürü ve ideolojisinin kaynaklarının referans alarak yapmıştır. Şimdi ise Sünni Selefi Siyasal Radikal İslam çizgisindeki, başta IŞİD gibi oluşumlar, yüzde yüz karşı oldukları Şii düşüncesinin yöntemlerini kendilerine çaprazlama geçişle almışlardır. Bu geçişte ortaya çıkan yeni görünüm, “şeytani” şiddettir.
Çaprazlama şiddet geçişinin bir başka örneği Güney Afrika’da yaşanmaktadır. Ancak oradaki şiddet için “şeytani” nitelemesi yapılamaz. Bütün şiddet dinamikleri sınıfsal olmakla birlikte, Güney Afrika’da halen yaşanmakta olan şiddetin sınıfsallığı daha belirgindir. Beyaz adamın sömürgeci şiddeti, siyah insandan beyaza geri dönüşmüştür. Burada bir çapraz geçiş durumu var: Zaman ve zemin değişir. Zaman ve değişikliği atlanıp, aynıda kalınırsa, aynı şey söylenir olsa bile baştaki ile çelişir… Beyaz siyahı değersiz görüp, sürekli yok sayıp onun canına rahatça kıyarken, siyah adam 1994’te kendisine yasaklanan sokaklara çıktığında aynı değersizleştirmeyi diğerine karşı uygulamaya başlar. O nedenle, kriminoloji hep haksız ve yanlış hükümlere sahiptir. Çünkü beyaz adamın bilimidir.
Haftaya dize; “Terziler çaresizdir yırtık bir kalp karşısında” (Hakkı Zariç, Sıfır, yasakmeyve)