Her intiharın arkasında bir cinayet öyküsü vardır. İçine girip derinleştirildikçe korkutucu bir tablo ile yüzleşiriz ve bu tablo hepimizden suç parçaları...

Her intiharın arkasında bir cinayet öyküsü vardır. İçine girip derinleştirildikçe korkutucu bir tablo ile yüzleşiriz ve bu tablo hepimizden suç parçaları taşır. Asker oğullarını çatışmada kaybetmiş annelerin “bir oğlum daha var, feda olsun vatana” şeklinde dile getirdiği ve gazetelerin gurur abidesi olarak öne çıkardığı sözlerin arkasına hiçbir zaman bakmadığımız için, bugün geldiğimiz noktayı algılayamıyoruz. Bir çocuğu doğurmanın aynı zamanda onun yaşama ve ölme hakkını elinde tutmak anlamına asla gelmeyeceğini, gelemeyeceğini konuşamıyoruz. Her Türk’ün asker doğduğuna dair ırkçı mitolojinin, aslında tüm toplumu şişirilmiş suni değerlerle yönetmek için uydurulduğunu konuşamadığımız gibi.

Şimdi intihar eden askerler, günübirlik gündemimizde. Yıllardır susmuş, bir kenarda acısını içinde yaşamış ama sesleri “vatan” kavramıyla kesilmiş ailelerin feryadı yansıyor ekranlara. “Eğitim zayiatı” denilerek ölü bedenleri ailelerine teslim edilmiş kaç bin genç var bilmiyoruz. Bunu tartışmanın kutsallaştırılmış asker ocağı kavramında koca bir delik açılması anlamına geleceğini bilenler ,“intiharlar normal” diyerek üstünden atlıyorlar. Oysa bir intiharı “normal” kabul etmek, ettirmeye çalışmak ve “Her Türk asker doğar” yemlemesiyle meşrulaştırmaya çalışmak bile tek başına suçluları işaret eder.

Beş, on insandan bahsetmiyoruz. Sadece son on yıl içinde 965 askerin intiharını konuşuyoruz. Türkiye’de skandal kavramı içi boş bir hezeyandan ibaret olduğu için kimse üstüne alınmıyor.  Neden? Çünkü biz sadece kahramanlık öykülerine alıştırılmış bir toplumuz. Kahramanlık öyküleri dinlemek, duymak istiyoruz. Sıradanlaştırılmış ve değersizleştirilmiş hayatlara verilebilecek en iyi malzeme kahramanlık öyküleridir.

Bu yüzden sadece canımızı sıkıyor intihar haberleri, “namus” cinayetleri, aile içi şiddet görüntüleri. ‘ Neden kimse sokağa çıkmıyor ? ’sorusunun cevabı da burada. Herkes bu şiddeti ya uyguluyor, ya da onu normal kabul ediyor. Tıpkı kocasının şiddetinden kaçıp markete sığınan ve market sahibi erkeğin arkasına geçerek korunmaya çalışan kadının başına gelenler gibi. Hiçbir şey olmuyormuş gibi televizyonunu seyretmeye devam eden market sahibi ile karısını döven adam arasındaki ortaklık aynı. Oysa aynı market sahibi muhtemelen “vatan” denilince sokağa fırlayacak ve linç edebileceği birilerini gözüne kestirip “kahraman” olmak için şiddetini konuşturacaktı. Basınımızın “Bu görüntüler Türkiye’yi ayağa kaldırdı” şeklindeki haberleri de gerçeği yansıtmayan bir başka yalandan ibaret. Olmayanı olmuş gibi göstermek bu kültürün bir parçası.

“Karakolda kendini astı”, “ayağı sabuna basıp kaydı öldü”, “emniyetin penceresinden atlayıp intihar etti”, “polisin belindeki silahı almaya kalktı, silah ateş aldı öldü” şeklinde faili belli cinayetleri “intihar” kabulü içine sokan ve meşrulaştıran irade ile bugün asker intiharlarını “normal” kabul eden irade aynı. Kahraman Türk polisi, kahraman Türk askeri arkasına istiflenmiş yüzlerce cinayet var. Üzeri örtülen her resmi cinayet, bir sonraki cinayetin kurgusunu hazırlıyor.

Nefes filmindeki bir kare tüm bu yaşananları özetler: Karakol komutanı tartıştığı astsubayı gece uyandırıyor ve ona kısık sesle “ Beni buraya siz gönderdiniz. Şehitler ölmez dediniz, vatan bölünmez dediniz. Beni buraya siz gönderdiniz…” diyerek kahramanlık öyküsünün arkasındaki dramı seslendirir.

Tüm sistemin ve onun parçası olan toplumun yaşanan tüm suçların bir parçası olduğuna dair çarpıcı bir vurgudur bu diyalog.

Tabi anlayana…