En karanlık anlarda bile ince bir mizahla, hafif alaycı bir yaklaşımla umudun varlığını, insanın içindeki sevgi ve neşenin gücünü hatırlatıyor Selahattin Demirtaş. Teslimiyetten uzak bir iyimserliği, inatçı bir neşesi var.

İntikam yerine adalete sarıl

A. ÖMER TÜRKEŞ

Selahattin Demirtaş, ikinci romanı ‘Efsun’da kişilerin kaderlerinin birbirine karıştığı, zamanların iç içe geçtiği, rastlantılarla dolu, hızlı ve eğlenceli bir anlatı kurgulamış.

Kendisi de çok hızlı Demirtaş’ın. İlk hikâye kitabı ‘Seher’ 2017 yılında yayımlanmış, 20 günde 8 baskı yaparak dikkatleri çekmişti. Kitabın çok satmasında Selahattin Demirtaş’la dayanışma duygusunun etkisi inkâr edilemez. Ne var ki kadınlara ithaf ettiği ‘Seher’deki hikâyelerde siyasi sözünü doğrudan söylemekten bilhassa uzak durmuştu. Siyaset, olaylar ve karakterler üzerinden dolaylı olarak sızmıştı hikâyelerine. Ülkenin çıplak gerçeklerinin yalın bir dil ve ince bir mizahla harmanlandığı hikâyelerin mağdurları baskıya, şiddete ve tecavüze maruz kalan kadınlardı.

İki yıl sonra yayımlanan ‹Devran›da daha olgunlaşmış bir yazar olarak çıktı okuyucuların karşısına; daha sakin, dingin, ne anlatmak istediğini bilen ve bunu kendine ait bir üslupla gerçekleştiren bir yazar... Özellikle, ortak noktaları sistemin tokadını yemiş olmakla özetlenebilecek karakter yelpazesi dikkat çekiciydi. Kimleri mi kapsıyordu Demirtaş’ın yelpazesi? Serften farksız yoksul köylüleri, her türlü güvenceden yoksun mevsimlik işçileri, asgari ücrete talim eden fabrika işçilerini, o ücrete bile razı olduğu halde boşta gezen her meslek grubundan işsizleri ya da küçük yaşta evlendirilmek istenen kız çocuklarını, küçük yaşta hayatını kazanmak, eve ekmek götürmek zorunda kalan erkek çocuklarını, bir umut için yola çıkıp hayatları Akdeniz’de, Ege Denizi’nde sonlanan mültecileri...

2020’de ilk romanını tamamladı. Yazarlık konusunda bir hayli yol katettiğini kanıtladığı ‘Leylan’da bir hayalin ve bir aşkın hikâyesini anlatıyordu. Özellikle birbirinin anlamını fısıldayan iki hikâyeli kurgusunu çok başarılı bulduğumu söylemeliyim. Anlatıcı farklılıklarını farklı üsluplarla yakalamasını bilmiş, siyasetle edebiyatı ince bir mizahla birleştirmişti.

Aradan bir yıl geçti ve Demirtaş ikinci romanı ‘Efsun’la yeniden okuyucularla buluştu.

HIZLI VE EĞLENCELİ

‘Leylan’ın ikinci bölümündeki bilimkurguya özgü hikâye şaşırtıcıydı. Ancak ‘Efsun’, Brezilya dizilerini andıran -ilk bakışta hafif- hikâyesiyle daha da şaşırtıcı. Romanı özetlemekse hiç kolay değil. Zira, yaşananlar -roman kahramanlarından Caner’in deyişiyle- “saçma sapan Brezilya dizisi”ne benziyor. Ne var ki bunlar Caner’in ve diğerlerinin, daha doğru bir deyişle bizim coğrafyamızın dört bir yanında varlığını hâlâ sürdüren saçma sapan ama çarpıcı gerçekler. Çıplak gerçekleri karşınızda bulmak etkileyici ama Demirtaş’ın anlatılarını çekici kılan gerçekleri yaşam sevgisi ile harmanlamasından kaynaklanıyor.

Caner anlatısıyla giriyoruz romana. 25-26 yaşlarında, Dolapdere’de annesi Kibar Hanım’la birlikte oturan, Turizm Yüksek Okulu’ndaki eğitimini “çift dikiş rast taksim” sürdüren, yakışıklı, biraz bıçkın ama temiz kalpli bir genç. Motor kuryeliği yaparak katkıda bulunuyor dar aile bütçesine. Biz onu tanıdığımızda aldığı parlak bir teklifle kaderi değişmek üzere Caner’in; yazarlığa meraklı zengin bir adam için kah yurt dışında, kah Türkiye’de araştırmalar yapacak ve karşılığında çok dolgun bir ücret alacak...

Efsun ise Caner yaşlarında, gazetecilik mezunu, akıllı bir kız ama işsiz. Ressam annesi Mercan Hanım’la Çanakkale yakınlarındaki bir köyde yaşıyorlar. Efsun da kritik bir kararın eşiğinde. Ona önerilen iş yeni bir konsept ile yayın hayatına atılacak bir gezi dergisi için araştırmalar yapması. Üstelik şaşırtıcı bir ücretle...

Onların bilmediği -ama okuyucuyla paylaşılan- gerçek ise çok farklı. Gençler Kenan Kaya isimli çok zengin bir adamın kurduğu planın aktörleri. Kendisine tanrısal bir rol biçen Kenan Kaya, genç adamla genç kızı bir araya getirmeyi amaçlıyor. Kısacası o bir sevda imalatçısı.

Beyrut’a, Girit’e, Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yayılan -rastlantısı bol- olaylar dizisi işte böyle başlıyor. Başta her şey Kenan Kaya’nın planladığı gibi gitse de çok geçmeden işler karışıyor ve Kaya’nın romanını tamamlamak Caner ve Efsun’a kalıyor...

İNSANI İNSAN YAPAN DUYGULAR

Romanı şimdiki zamanda akan bir biçimde özetledim. Ancak ana hikâyenin sıklıkla kesildiğini, zamanın geçmişle şimdi arasında gezindiğini, araya sahneye çıkan yeni kişilerin Kenan Kaya’nın anlattıklarıyla çelişen hayat hikâyelerinin ve çok sayıda trajik olayın girdiğini özellikle vurgulamak gerekir.

Kenan Kaya, Caner, Efsun, Kenan Kaya’nın bahtsız annesi Sinem Hanım, Feyzi Gonca ya da nam-ı diğer Kızıl Kaptan, talihsiz köylü kızı Esra, erkek şiddetinden fazlasıyla nasibini almış Kibar Hanım, acısını renklerle gideren Mercan Hanım... Hepsi de kendi sesleriyle kendi hikâyelerini anlatırken sırlar yavaş yavaş aydınlanacak.

Parçalanmış bir hikâye nasıl anlatılırsa öyle anlatıyor Selahattin Demirtaş; “yavaş yavaş hikâyedeki herkese, hayır, hikâyedeki her şeye dönüşerek”... İyisiyle, kötüsüyle her bir karaktere hakkını vermiş. Onları istekleri, arzuları, hırsları ile birlikte canlandırmayı, yer anlatıcının kişilik özelliklerini farklı sesler kullanarak yakalamayı başarmış. Böylelikle insan davranışlarının altında yatan -tarihten, doğadan, kişisel geçmişimizden ya da toplumsal etkilerden veya kültürden kaynaklanan- gerçek nedenlere açılıyor; öfke, sevinç, ihanet, sadakat, cesaret, korku...

Bir zaman diliminden ve bir bakış açısından bir başka zaman dilimine ve bir başka anlatıcının zihnine, bir sesten bir sese atlayan romanın her bölümü bir sonraki bölümlerde anlatılanlarla yeni anlamlar kazanırken her bölüm eş merkezli çemberler çizerek ana hikâyeye bağlanıyor.
‘Efsun’u dili, kurgusu, karakterleri ve temalarıyla çok başarılı buldum. Hikâyesini hafifletmesinin nedeni pandemi nedeniyle daralan hayatlarımıza bir az olsun neşe katmak. Hayatı siyasetle yoğurulmuş bir yazar olarak Demirtaş’ın gözleri görülmesi gerekenleri elbette görüyor. Ne var ki siyasi, toplumsal ve ekonomik meseleleri doğrudan romanının merkezine almak yerine bu meselelere ironi, mizah ve aksiyon dolu bir hikâye ile başka bir açıdan yaklaşmış. Siyasi, ekonomik, sosyal, siyasi, dini ve kültürel sorunları kahramanlarının hayatlarına yedirerek katmış romanına. Özellikle akılda kalan erkek egemen kültürün yarattığı şiddet ve mutsuzluğu sergilemesi... Bir kadının yasak aşkıyla başlayıp aşksız evliliklere, baba dayağından koca dayağına, cinsel açlığa, gizlice sürdürülen ilişkilere, ahlaki ikiyüzlülüğe açılan hikâyenin mağdurları yine çocuklar ve kadınlar. Buna karşılık en karanlık anlarda bile ince bir mizahla, hafif alaycı bir yaklaşımla umudun varlığını, insanın içindeki sevgi ve neşenin gücünü hatırlatıyor Demirtaş. Teslimiyetten uzak bir iyimserliği, inatçı bir neşesi var.

Romandan bir alıntıyla bitiriyorum;

“İntikam isteği seni düşmanına bağımlı hale getirir, buna tutkuyla bağlanırsın. Düşmanına olan bağımlılıktan kurtulmanın tek yolu intikam yerine adalete sarılmaktır.”