Öğretmenler, siyasi iktidardan ekonomik bir talepte bulunmuş, iktidar da onların talebini makul bulup karşılayacağına söz vermişti. Aradan yıllar geçmesine rağmen iktidar, öğretmenlerin 3600 ek gösterge talebini karşılamadı. 24 Kasım Öğretmenler Günü grup toplantısında iktidarın öğretmen ve eğitim politikasını eleştiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu konuyu bir kez daha gündeme getirdi. Bu ara yaşamsal taleplerinin arkasında durmayan öğretmenlere de bir çift sözü vardı: "Kimse kusura bakmasın hâlâ iktidarının peşinde giden varsa ben ona öğretmen demem. Öğretmen iradesini pazarlamaz." dedi.

Erdoğan ve medyası, Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu sözünü öğretmenlere yönelik hakaret olarak gündemde tutmaya çalışıyor. Öğretmen kadrosundaki eğitim çalışanlarının üye olduğu Eğitim Bir Sen adındaki sendika da 'Kastettiğin benim; iktidarın peşindeyim, irademi pazarlıyorum!' dercesine "Öğretmenlerin iradelerini yaftalama, demokratik tercihlerini aşağılama" gerekçesiyle Kemal Kılıçdaroğlu hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Sıra savcıda, eminim o da Erdoğan'ın grup konuşmasını talimat sayacaktır.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun hakaret olarak yorumlanan sözü, öğretmenliğin en sade tanımlarından biri. Kılıçdaroğlu, iradesini kullanma konusunda öğrencilerini cesaretlendirmesi gerekirken kendi iradesini kullanmayan/kullanamayan birine öğretmen denemeyeceğini söylüyor. Haklı ve Türkiye'de öğretmenler böyle bir eleştiriyi fazlasıyla hak ediyor.

Bu köşeyi ve Eleştirel Pedagoji dergisini takip edenler, öğretmenliğe yüklediğimiz anlamı ve öğretmenleri zayıflatacak eleştirilerden özenle kaçındığımızı bilir. Ekonomik, sosyal, siyasal bütün koşullar aleyhine işlerken tartışma dışında tutmaya çalışmamız tabi ki öğretmenlerin masum olduğu anlamına gelmez. Belki de büyük çoğunluğunun mesleğin temel değerlerinden vazgeçtiğini, vazgeçmeye hazır olduğunu gördüğümüz öğretmenlere hak etmediği kutsiyet atfetmememiz, tartışma dışında tutmamamız gerekirdi. Bizler, öğretmenliğin dönüşümünü öğretmenlerin dışındaki etkenlere bağlarken öğretmenliğin bizzat öğretmenden kaynaklanan sorunları olduğunu ne yazık ki popülist davranması beklenen bir politikacı dile getirdi.

İrade, insanın özellikle öğretmenin olmazsa olmaz gücüdür. Onu entelektüel yapan bu güçtür. Öğretmen birçok şeyini kaybedebilir ama iradesini kaybettiğinde o mesleğin üyesi olarak anılması mümkün olmaz. Kılıçdaroğlu'nu "öğretmenlerin irdellerini yaftalamak"la suçlayan sendika ve üyeleri de özgür iradeden söz edecek durumda değiller. Sendikalı işçi oranının Türkiye'de yüzde 10'un, Avrupa'da yüzde 15'in altına düştüğü bir dönemde (Sendika kurma hakkını elde etmelerini sağlayan Eğitim Sen’in üye sayısı yüzde 65 oranında azalırken) Türkiye'de devlet okullarında görevli öğretmenlerin yüzde 50'sinin sadece bu sendikada toplanmış olması öğretmen iradesinin kazanımı sayılamaz. Özgür iradesiyle biraraya gelmemiş topluluğun iradesinden söz etmesi anlamsızdır.

Eğitim Sen ve Eğitim İş’in sınırlarını zorlayan çabalarını ayrı tutarsak, genel olarak öğretmenlerin ne eğitimdeki ne kültürdeki yozlaşma ne de yurttaşlık haklarının daraltılması karşısında tutum geliştirdiğine tanık olmadık. Aksine öğrencilerini, hayalini kurdukları demokratik toplumun özgür yurttaşları olarak hazırlaması beklenen öğretmenler, demokrasiyi sınırlayan dinci ve milliyetçi partilerin peşine takılarak bölünmüş, hoşgörüsüz toplumun ortaya çıkmasına hizmet ettiler. Bunun doğal bir sonucu olarak ciddi saygınlık kaybına uğradılar.

Öğretmenlik entelektüel bir meslektir. Entelektüellik ise iktidar ve güç ilişkisinden uzak durmayı gerektirir. Bu tanımlamalara uygun davranan öğretmen tavrını, tutumunu, yöntemini, bilgisini bir gücün belirlemesine izin vermez. Öğretmen eğer bir başka gücün, yani iktidarın yönettiği kişi olursa kültür üreticisi olmaktan çıkar, ilişkiye girdiği iktidar ve politika ile birlikte saygınlığını yitirir. Kılıçdaroğlu'nun ifadesini bu anlamda yorumluyor ve önemli buluyorum.