Washington olumsuz gidişata engel olamıyor ve durum kötüleşmeye devam ederek Iraklıların yaşamlarını mahvediyor.

Irak’ın geleceği karanlık

Brian Cloughley

ABD’nin ay sonunda Irak’taki asker sayısını 5 bin 200’den, 3 bine çekeceği açıklandı. General McKenzie’nin söylediğine göre bu karar “Irak kuvvetlerinin kaydettiği büyük gelişim” neticesinde alınmıştı ve “nihai hedef” ülkede IŞİD ile mücadele edebilecek yerel kuvvetler bulunmasıydı.

ABD Nisan 2003’te coşkun ve militarist bir sarhoşlukla Irak’ı işgal ettiğinde Ortadoğu’ya ‘istikrar’ getirmeyi hedefliyordu. Irak’ın hükümdarı Saddam Hüseyin devrildi, uyduruk bir mahkemede yargılandı ve mide bulandırıcı adaletsizlikler neticesinde 2006 yılında asıldı. Yaşananlar, Irak’ın ne yöne gideceğinin özeti gibiydi.


İŞGALİ SAVUNMAK

Washington yönetiminin başında George W. Bush vardı. Bölgeyi kasıp kavuran kaosun başlıca sorumlusuydu. Takip eden yıllarda o koltuğa oturan hiç kimse ne Ortadoğu’da, ne de başka bir yerde istikrarı sağlayamadı. Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin kindarlığı, dönem politikalarının sembolü gibiydi. Irak’ın istilasından 6 ay önce ülkede “kitle imha silahları” olduğunu söylemişti. Bu apaçık yalandı fakat şimdinin başkan adayı Joe Biden dahil birçok ahmak ikna olmuştu. Biden, Irak Savaşı’nın “Barış ve güvenliğe giden yol” olduğunu söylemişti.

Cheney daha da ileriye gitti. Irak’ta rejim değişikliğinin “bölgeye çeşitli faydalar sağlayacağını” söylüyordu. Cheney şöyle diyordu; “Desteğimizle birlikte Irak tekrar büyük bir millet olacak. Hedefimiz Irak’ı bölgesel bütünlüğe, çoğulcu ve demokratik bir devlete kavuşturmak. Tüm etnik ve dini grupların haklarının tanındığı ve korunduğu bir düzen hayali kuruyoruz.”

Varılan sonuç, Cheney’nin ve diğer savaş çığırtkanlarının söylediklerinin tam tersi oldu. Irak ve çevresi büyük kargaşaya ve katliamlara sahne oldu. Ülkenin bölgesel bütünlüğü istikrarsızlık yüzünden tehdit altında. Ayrıca, örneğin İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın yazdığı gibi “Türkiye ülkenin kuzeyinde düzenli olarak askeri operasyonlar düzenliyor ve operasyonlar bazen güney kesimlere yayılabiliyor. Dağlık bölgeler ve Türkiye sınırı çevresi bilhassa riskli.”


SİSTEMİN YOLSUZLUĞU

Bağdat hükümeti ise hiç de demokratik değil. ‘Kota sistemi’ sayesinde Cumhurbaşkanı Kürt, parlamento sözcüsü Sünni Arap ve Başbakan Şii. Önemli bakanlıklar ise ülkedeki dini gruplar arasında bölüştürülüyor. Tabii İslami ilahiyata aykırı koşan inançlar temsil edilmiyor. ABD’li düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin ağustos ayında yazdığına göre “Uzmanlar yönetim sisteminin yolsuzluğu arttırdığını söylüyor. Irak, yolsuzluk sıralamasında en tepelerde yer alıyor.” Margaret Grifis tarafından kaleme alınan Irak Günlüğü ise ülkede şiddet ve karmaşanın dozunun gün be gün arttığını gösteriyor. Associated Press’in yazdığına göre ülkede İran destekli çok sayıda milis grup var ve bu durum ülkedeki etnik ve dini azınlıkların “tanınması ve korunmasına” hiç de yardımcı olmuyor. İsrail gazetesi Haaretz’in yazdığına göre eskiden “Yahudiler istedikleri gibi ibadet edebilen ayrıcalıklı bir gruptu.” Şimdi ise Irak’ta tahminen beş Yahudi kaldığı düşünülüyor.

Hıristiyanlara gelelim… Erbil Başpiskoposu Başar Warda’nın geçtiğimiz sene Londra’da ifade ettiğine göre ülkedeki Hıristiyan sayısı 1,5 milyondan 250 bine düştü. “Barışçıl ve masum bir halk, inancı yüzünden yargılanıp yok mu edilecek? Suçluların yüzüne gerçekleri çarpmak istemeyen dünya, sessiz kalarak bu suça ortak mı olacak?” Bu sorular cevapsız kaldı. Savaşı başlatan Bush hükümeti yöneticilerinden ses çıkmadı. Seçim turları atan Trump ya da Biden’dan da bir söz duymadık.

İKİSİ DE İKİYÜZLÜ

Sözde inançlı Hıristiyan Trump geçtiğimiz şubat ayında şöyle diyordu: “Amerika’da dua edenleri cezalandırmıyoruz. Haçları indirmiyoruz. Dini sembolleri yasaklamıyoruz. Vaizleri susturmuyoruz. Amerika’da inancı kutluyor, dualara sarılıyoruz ve kafamızı kaldırıp Tanrı’ya bakıyoruz.” Biden ise şöyle diyor; “İnanç benim için bir umut, amaç ve güç kaynağı. İnandığım din, benim için büyük bir teselli.” Maalesef her iki aday da ikiyüzlü.

Trump ikiyüzlü çünkü para ve güçten başka bir şeye inanmıyor. Haziran ayında elinde İncil ile poz vermesi Canterbury Başpiskoposu tarafından şöyle tarif edildi; “Bu, putperestlik. Üstelik bunu ırk temelli ayrıcalıkların putlaştırıldığı bir bağlamda görüyoruz. Ayrıcalıkları sürdürmek için kurumsal şiddet gün be gün muhafaza ediliyor. Başkanın bir muskaymış gibi kutsal kitaba sarılması son yıllarda alıştığımız standartlara göre bile garip.” Biden ise inançlı biri gibi görünmesine karşın dini oy toplamak için kullanıyor. Örneğin, kürtaj operasyonları için devlet katkısı sağlanmasını yasaklayan Hyde tasarısını başından beri destekliyordu. Fakat bunun kendisine oy kaybettirdiğini fark edince birden fikir değiştirdi ve çoğunluğa katıldı.

OY RÜZGARI

Trump’ın ya da Biden’ın Irak politikalarının dine ya da herhangi bir ahlaki zemine oturmadığı açık. Oy rüzgarı nereden eserse oraya yönelmeye hazırlar. Trump’ın Irak’tan asker çekme kararı bir reklam kampanyasından ibaret. Biden 10 Eylül’de “askerlerin çekilmesini destekliyorum” dedi fakat sonrasında “ABD’ye tehdit unsuru olan aşırılıkçılara engel olmak için” Ortadoğu’da “ufak bir birliğin” muhafaza edilmesi gerektiğini söyledi. Saçmalık.

Washington’ın yok ettiği Irak’ta ABD politikası nedir, kimse bilmiyor. Uzun vadeli bir politika geliştirecek cesaret, ahlak ya da beceri hiçbir başkan adayında yok.

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Irak’taki duruma dair raporları hiç iç açıcı değil. Washington olumsuz gidişata engel olamıyor ve durumun kötüleşmeye devam ederek Iraklıların yaşamlarını mahvedeceği açık. Seneye başkan koltuğunda kim oturursa otursun, Irak’ın geleceği karanlık.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: CounterPunch