Genel seçimler tekrarlanmazsa kriz Şiiler arasında silahı bir çatışmaya dönüşebilir. 1989’da Lübnan’da Emel ile Hizbullah arasındaki çatışmaya benzer bir sürecin Irak’ta da yaşanma ihtimali söz konusu olabilir.

Irak siyasal krizinin anatomisi-2: Politik gücün el değiştirmesi
Sadr’ın destekçileri geçen günlerde sokaklarda eylem yapmıştı. (Fotoğraf: DHA)

Arif KESKİN*

Mukteda Sadr’ın Ali Sistani ile ilişkisinin özünü anlatan en iyi örnekler, 2003’teki gelişmelerdir. 2003 Irak işgalinin hemen akabinde Londra’dan Irak’a dönmek isteyen ünlü “taklit mercii” Abdulkasim Hoyi’nin oğlu Abdülmecit Hoyi, Necef’te öldürüldü. Bu cinayetin ardından Ali Sistani’nn evi kuşatıldı ve Irak’ı terk etmesi istenildi. Bu iki olayın gerçek faili Mukteda Sadr idi. Bu gelişmeler, Mukteda Sadr’ın İran kökenli din adamlarına karşı milliyetçi tepkisi olarak yorumlansa da farklı nedenleri de olduğu açıktı.


Mukteda Sadr ve Şii İslamcılar genellikle Necef medresesine karşı çelişkili bir tutuma sahiplerdi. Necef medresesinin öneminin farkında olmaları nedeniyle ona doğrudan karşı olmasalar da muhafazakâr Şii din adamlarını, güncel siyaseti küçümsemelerini ve Baas yönetimine dönük pasiflikleri nedeniyle eleştirirlerdi. Şii İslamcıların görünürde Necef havzasını önemsemeleri politik bir tercihten başka bir şey değildi ve hala da öyledir.
Sadr ailesinin Necef’teki din adamlarına karşı gizli öfke duyduğu biliniyor. Çünkü Sadr ailesi Necef medresesinin dönüşümünü istiyordu. Onlar dini medreselerin toplumsal ve politik süreçlerden kopuk olmaması gerektiğini savunuyorlardı. ‘‘Sessiz havza’’, ‘‘konuşan havza’’ gibi tartışmalar aslında Şii dini medreselerinin nasıl olması yönündeki derin ihtilafların göstergesi idi. Abdulkasim Hoyi ile Muhammed Bakır Sadr ilişkilerinin seyri bu süreci iyi anlatıyor.

Ali Sistani’nin evini kuşatılması ve Abdülmecit Hoyi terörü, aslında İslamcılarla muhafazakâr din adamlarının ‘‘tarihi hesaplaşması’’ olarak yorumlanmalıdır. İşin anlamlı yanı, bu süreçte İran’da bulunan Seyyid Kazım Haeri gibi din adamlarının bu süreçteki rolleri hala netlik kazanmış değildir. Olayın özü milliyetçi bir tepkiden ziyade Necef medresesini Hoyi geleneğinden arındırarak Kum gibi politik/ideolojik bir kuruma çevirmekti.
Mukte Sadr ve arkasındaki güçler Ali Sistani’yi pasifleştirmeyi başarmadılar. Sistani gün geçtikte toplumsal desteğini artırdı. Irak’taki son krizin de bize öğrettiği gibi, Sistani, gündelik siyasetin içinde olmadığı iddia etse de politik süreci en fazla etkileme imkanına sahiptir. Sadr, Sistani’nin toplumsal gücünün farkındadır. Nitekim son gelişmelerde Sistani’nin tepkisinden korkarak krizi yatıştırma yoluna gitti. Ancak Sadr’ın Sistani karşısında geri çekilmesi taktiksel bir eylemdir. Yukarıdaki analiz çerçevesinden anlaşıldığı gibi Sistani ile Sadr ilişkisinin yeniden adım adım büyük bir krize doğru everilmektedir.


SADR VE İRAN’IN ETKİSİ

Mukteda Sadr’ın siyasi davranışlarına bakıldığında açık olarak ABD’nin örtük olarak ise İran’ın Irak’taki etkinliğini kırmak istiyor. Mukteda Sadr’ın ihtilaflı olduğu siyasiler ve askerler, İran’a yakın insanlardır. İran açısından Mukteda Sadr, zaman zaman Tahran’ın işine yarasa da genel itibariyle kontrol edilmesi zor bir tehlike olarak görülüyor.

Mukteda Sadr krizi aslında İran’ın Irak ve Şii gruplar üzerindeki sınırlılıklarının da göstergesidir. İran, Irak’taki gerginliği kontrol etmekte aciz kaldı. Nitekim gerginliği kontrol etmek için Necef’teki din adamları ve Hasan Nesrullah’ı devreye soktu. İran’ın Irak’taki konumu değişmiştir. Artık kurtarıcı ve birleştirici üst merci olarak gözükmüyor. Gelinen aşmada birleştirici üstün güç olmak yerine kendisi de ihtilaf nedenlerinin birine çevrilmiştir. Sadr’ın girişimleri sonuçlarınsa, İran’ın en fazla kaybeden ülke olacağı muhtemeldir Sadr’ın Haşdi Şabi gibi İran destekli grupların feshedilmesini istemesi bunun açık göstergesidir.

İran’ın Iraklı Şiiler açısından ‘‘sorun çözücü, birleştirici üst merci’’ konumundan uzaklaşması hem Tahran’ın Irak siyaseti hem de Irak iç siyaseti açısından çeşitli sonuçlar doğuracağı kesin. Öncelikle son kriz, Kasım Süleymani’nin Haşdi Şabi üzerinden mollaları (Necef) sınırlandırma girişimi ters tepmeye başladığı gözüküyor. İran’ın iradesinin tersine Necef’ın politik bir merkeze çevrildiği görülüyor. Iraklı Şiilerin Tahran yerine Necef’i tercih etmeleri farklı bir siyasal modelin şekillendiğinin habercisidir.

Sadr krizi İran’ı zayıflatsa da Necef’ı güçlendiriyor. Necef’teki din adamları ne kadar siyasetten uzak durduklarını söyleseler de gelinen noktada güncel siyasetin tam merkezinde oldukları gözüküyor. Irak Şii politikacılar arasındaki ihtilaf ve çatışma, Necef’in politik merkeze dönüşmesini sağlıyor ve onun gücünü sürekli tescilliyor. Necef’in sahip olduğu yeni konum onun kendi tarihi geleneklerinden koptuğunun da işaretidir.

MİRAS KAVGASI

Seyyid Kazem Haeri’nin Irak’taki son protestolar sürerken sağlık durumunu gerekçe göstererek mercilik makamından çekilmesi ülkedeki siyasal krizden bağımsız değildir. Yayımladığı açıklamada isim vermeyerek Sadr’a nasihatte bulundu; Iraklıları Ali Hamaney’i lider olarak kabul etmeye çağırdı, Haşdi Şabi’yi kutsal olarak nitelendirerek halkı onları desteklemeye davet etti. Haeri’nin açıklaması aslında Irak krizin özeti niteliğindeydi ve sürecin ne kadar kritik olduğunun da işaretiydi. Haeri’nin açıklamasının ardından Sadr, siyaseti bıraktığını söylese de ona karşı kullandığı üslup eleştirel ve sertti.
Sadr’ın Haeri ile ilişkisi aslında onun babasının mirasıyla olan ilişkisinin niteliğini de göstermektedir. Haeri, Sadr’ın babası tarafından içtihat derecesi almış ve babası kendisinden sonra onun taklit mercii olmasını önermişti. Bu açıdan bakıldığında Muhammed Sadık Sadr’ın manevi devamcısı olarak görülebilir. Uzun süre İran’da yaşamış ve Velayet-e Fakih sistemini savunmaktadır. Haeri, Saddam döneminde Baas rejimine karşı silahlı mücadelenin zorunluluğunu dini bir vecibe olarak nitelendirmesiyle ünlüdür. Haeri, 2003’ten sonra Mukteda Sadr’ın en büyük destekçisi sayılırdı. Mukteda Sadr’ı Iraklı siyasi partiler ve din adamları reddederken, Haeri desteklemiştir. Ancak zaman içinde Haeri-Mukteda Sadr ilişkisi de sorunlu hale gelmeye başlamıştır. İkilinin ilişkileri Haeri’nin 2008’den sonra Nuri Maliki’yi desteklemesiyle kesilmiştir.

Haeri, Necef’te yaşayan en radikal İran destekçileri arasındadır. Irak’ta İran benzeri bir yönetim kurulmasını istemekte ve 2003’te oradan esinlenerek Irak İslam Cumhuriyeti modelini önermişti. İran’dayken Muamed Bagır Sadr okulu kurmuş ve Saddam devrildikten sonra onu Irak’a taşımıştır. İran’dan en fazla maddi ve siyasi destek alan Iraklı Şii din adamlarının içindedir. Haeri bu özellikleriyle Necef medresesinin geleneksel çizgisinin dışında olduğu için onu temsil etmiyor. Haeri’nin Hameney’i “ümmetin lideri’’ olarak tanımlaması örtük olarak Ali Sistani ve Mukteda Sadr’ın pozisyonunu zayıflatılma girişimi olarak görülebilir.

Haeri’nin açıklamasının ardından Sadr’ın tutumunda çok büyük değişiklik olmadığı gözüküyor. Siyaseti bıraktığını söylese de daha önce dillendirdiği söylemlerinden vazgeçmiş değildir. Haeri’nin Haşdi Şabi’yi kutsal olarak adlandırmasından sonra Sadr’ın hala Haşdi Şabi’nin feshedilmesini istemesi ikilinin ilişkisini iyi özetliyor. Mukteda Sadr’ın Haeri’den farklı söylemlere sahip olması, onun babasının mirasçısından koptuğunu ve kendine özgü farklı bir yol çizdiği anlamına geliyor.

Sadr, babasının mirasından kopmaya çalışsa da onun mirasına sahip olmak isteyen başka bir adayın da ortada olduğunu biliyor. İran, Sadr’ı kontrol etmekte zorluk çektiği nedeniyle Sadr Hareketinin içinden yeni bir oluşumun ortaya çıkmasına zemin sağladı. Akram al-Kaabi, Sadr’ın babasının öğrencisiydi ve uzun yıllar da Sadr’la birlikte hareket etmişti. Sadr hareketinden çıkmış, o tabanda az da olsa nüfuza sahiptir. Sistemi yerine Hamaney’i taklit mercii olarak görüyor ve Iraklıları da buna davet ediyor. Sadr’a karşı açık tavır almasa da İran’la olan bağlantısı her şeyin anlamını değiştiriyor. İran, Al-Kaabi’yi Sadr’ın yerine alternatif olarak hazırlıyor.

BIÇAK SIRTI DÖNEM

Yukarıdaki analiz çerçevesinden bakıldığında, Iraklı Şiiler arasındaki ihtilaflar ve sorunlar göründüğünden daha derindir, kolay çözümü de yoktur ve bu ihtilafların devam edebileceğini öngörmek mümkündür. Aslında Irak’taki son güncel politik kriz, çözülmedi, sadece ertelendi. Önümüzdeki süreçte bu ihtilaflar, yeniden farklı biçimler alarak sokağa taşınması muhtemeldir. Buradaki en kritik soru bu ihtilafların silahı bir çatışmaya dönüşüp dönüşmemesidir.

Güncel politik sahneye geri dönersek; Ekim 2021 parlamento seçimlerinde 73 sandalye kazanmasına rağmen Sadr’a hükümet kurma imkânı verilmedi. Sadr, önünün kesildiğini ve mağdur edildiğini söyleyerek sine-i millete dönme siyasetini benimsedi. Kendisine mensup milletvekillerini istifa ettirdi. Niyeti parlamento seçimlerinin tekrarlanmasını sağlamaktı. Ancak bu arzusu da gerçekleşmedi. Bu istifaların ardından Sadr karşıtları parlamentoda hükümet kurabilecek çoğunluğu elde ettiler.

Sadr, parlamento seçimlerinin yeniden yapılmasını istiyor. Ancak Nuri Maliki ve diğer gruplar seçimlerin tekrarlanmasını istemiyorlar ve hükümeti kurma peşindeler. Bu da krizin yeniden çok daha farklı bir biçimde tekrarlanma ihtimalinin habercisidir.

Gelinen noktada her iki tarafın tutumuna bakılırsa krizin kolay çözülmeyeceği görülüyor. Irak’ta parlamento seçimleri tekrarlanmazsa krizin Şiiler arasında silahı bir çatışmaya dönüşme ihtimalini gündeme getirebilir. 1989’da Lübnan’da Emel ile Hizbullah arasındaki çatışmaya benzer bir sürecin Irak’ta da yaşanma ihtimali söz konusu olabilir. Sadr’a yönelik suikast ihtimali de düşünülürse ülkenin siyasal istikrarı bıçak sırtındadır.

*Siyaset bilimci