Başkan Bush’un tabiriyle “teröre karşı savaş” denen şeyin hareketli bir hedefi var. Teröre karşı savaş dediğimizde, iki yılda bir değişen bir “bir numaralı düşman” eşliğinde oynanan bir yönetim oyunundan bahsediyoruz.2001&#82

Başkan Bush’un tabiriyle “teröre karşı savaş” denen şeyin hareketli bir hedefi var. Teröre karşı savaş dediğimizde, iki yılda bir değişen bir “bir numaralı düşman” eşliğinde oynanan bir yönetim oyunundan bahsediyoruz.

2001’de bu düşman Usame Bin Ladin ve Afganistan idi. 2003’te Saddam Hüseyin ve Irak’tı, 2006’da ise bu düşmanların yerini Ahmedinecad ve İran aldı. Saldırı tehditleri ve söz dövüşleri havada uçuşup dururken, yazılan tüm senaryolara ise bir takım varsayımlar eşlik ediyor.

Potansiyel bir ABD/İsrail saldırısı sonucu İran’da rejime karşı kitlesel bir ayaklanma çıkacağı varsayımı oldukça yanlış ve tehlikeli. Tam tersine, nükleer enerji konusu çoktan İranlıların gurur meselesi haline dönüştü ve siyasi olarak farklı farklı duruşlara mensup insanlar bile nükleer programı onaylıyor.

Ahmedinacad’ın yeni bir Adolf Hitler olduğuna dair öne sürülen argümansa hem yanlış hem de son derece bayat. Üstelik, Yahudi Soykırımı ve İsrail hakkındaki pervasız ve tuhaf sözlerine rağmen, Ahmedinejad ülkedeki din adamları arasında pek de popüler değil.

Potansiyel bir ABD/İsrail saldırısı, Ahmedinecad’ın konumunu iyice zayıflatacak ve din adamlarını birleştirerek kendisine karşı duyulan hoşnutsuzluğu ortaya çıkaracak. Bunun sonucu olarak ortaya çıkabilecek ve Irak, Filistin ve Lübnan’a kadar taşan bir Şii-İslam müttefikliği, zaten saatli bir bombaya benzeyen bölgeyi daha da vahşi gerilla operasyonlarına açık hale getirebilir ve El-Kaide benzeri küresel terörizm faaliyetleri için de elverişli bir ortam oluşturabilir.

Bu şartlara, ABD’nin İran’ın içinde uzun vadeli bir savaşa girmeyi mümkün kılan askeri imkanlara sahip olmadığını ve önündeki tek seçeneğin de İsrail ile birlikte girişeceği bir “vur-kaç” operasyonu olduğunu da ekleyin; ki böyle bir hamlenin karşılığı da gecikmeyecektir.

“Şiddetin daha çok şiddet doğurması” gibi basit bir mantık yürütme, bu senaryoda onlarca muhtemel problemin daha bizi beklediğini gösteriyor. Çünkü taktiksel” nükleer silahları kullanma tehdidi bile Pandora’nın Kutusu’nu açarak hayal edilemeyecek bir vahşetin öncülüğünü yapabilir.

Ortadaki krizin tek makul çözümü ise, ABD ve İsrail’in, İran’dan elini eteğini çekmesi; her türlü askeri planı iptal etmesi ve demokratik sürecin kendi kendine işlemesine izin vermesi.

Bu çözüm sadece en iyi alternatif değil, bu çözüm, var olan tek çözüm. Iran Muhalefet Örgütü gibi sözde muhalif kuruluşlarla onların ABD’deki neomuhafazakâr dostlarına para yedirmek bir işe yaramayacak. ABD’nin tüm bu çabaları, İran halkının kendisine ve bir şeyleri değiştirebilme gücüne hakaret etmek anlamına geliyor.

Eğer uluslararası cemiyetin, İranlıların nükleer faaliyetleriyle bir sorunu varsa da, o zaman bunu tüm bölgeyi kapsayan meşru bir endişe haline getirmeleri ve aynı itirazları İsrail, Pakistan, Rusya ve ABD’ye (İran’ı çevreleyen dört nükleer güç) de sunmaları gerekiyor.