İran’da rejim zorda. Yeni de değil bu, epeydir öyle. Yüzde 40’a dayanmış bir enflasyon, temel gereksinim maddelerinin sürekli artan fiyatları, işsizlik, özellikle genç ve diplomalı gençlerin işsizliği -her dört gençten biri işsiz- öyle bir noktada ki kimi uzmanlara göre; “Savaş olmadan bu durumun sürdürülebilmesi olanaksız.

Bir de iktidar medyasının yalanları!

Oxford’lu siyasal iktisat hocası Yassemine Mather, “İran hükümeti için kriz içinde yaşamak iyi bir şey” diyor ve ekliyor; “Bu her zaman iyiydi. Bu sayede ekonomik sorunlar için yaptırımları ya da dış savaş tehdidini suçlayabilirdiniz. Son yıllarda İran, dikkatleri ekonomik sorunlardan kaçırmak için hep maceralar peşinde koştu.”

Bu değerlendirmeyi, “Aaa, aynı biz” diye okumuş olabilirsiniz ve İran’la aramızda başka benzerlikler de bulmak mümkün.

Misal, Kaynaşlı’nın MHP’li Belediye Başkanı Birol Şahin’in, finalde Almanya’yı devirerek olimpiyata gitmeye hak kazanan Kadın Milli Voleybol takımı hakkında söyledikleri:

Allahu Teala’nın örtünün vücut hatlarınız belli olmasın emrine karşı çıkarak, açılıp saçılacaksın, kendini teşhir edeceksin sonra da Tokyo’ya gidiyoruz diye sevineceksin. Dünya şampiyonu olsan ne yazar.”

Dahası da var ama yazmaya değmez, bu kafayı alıp vuracağınız o kadar çok molla kafası var ki İran’da.

Kimia Alizadeh, İran’ın olimpiyat madalyalı kadın sporcusu, o kafalara daha fazla dayanamayarak; “Ben İran’da yıllardır kullandıkları, ezilen milyonlarca kadından birisiyim. Bana ne giy dedilerse giydim ve ne emrettilerse tekrarladım. Hiçbirimiz onlar için önemli değiliz, bizler sadece kullandıkları araçlarız” dedi ve ülkesini terk etti.
Ha, bir de “İkiyüzlülüğün, yalanların, adaletsizliğin ve dalkavukluğun parçası olmak istemiyorum”
dedi.

Benim konuyu getirmek istediğim nokta da burası; İran-Türkiye, mollalık-rejim kıyaslaması yapmak değil, gazetecilik konuşmak istiyorum.

Trump, Süleymani suikastıyla İran’da rejime bir nefes aldırmış, ardından ABD üslerinin vurulmasıyla da sokaklar rejim destekçisi bir coşkuyla dolmuştu. İşte o Ukrayna uçağının vurulması olmasaydı bu hava biraz daha sürecekti.

Rejim, alelacele “teknik arıza” açıklamalarıyla işin üstünü örtmeye çalışsa da, mızrak çuvala sığmayınca uçağı kendilerinin vurduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.

“Gazetecilik tarihi onurlu istifalar tarihidir” denir ve ben de ne zamandır patron ve iktidar baskısı altında her türlü yalanın söylenmesine ve bin bir şaklabanlık yapılamasına karşın istifa falan göremeyişimizi “gazetecilikte tarihin sonu”nun geldiğine bağlarım.

Ama galiba bu kadar kötümser olmamak lazım!

İran Gazeteciler Cemiyeti uçak düşürme olayından sonra yaşananları “Kamusal güvenin cenaze töreni” olarak nitelediği açıklamasında; “Kendimize yalanı en yüksek sesle söylüyoruz; İran İslam Cumhuriyeti devlet televizyonu çalışanları kendilerine güven kalmadığının farkındalar.” dedi.

21 yıldır devlet radyo ve televizyonunda çalışmakta olan Saba Rad; “Medyada çalışmaya devam edemem. Yapamam” dedi ve gitti geçen gün.

İran devlet radyo televizyonu IRIB’in sunucularından Gelare Cabbari de, uçağın vurulduğu itirafının ardından; “İnsanlarımızın öldürülmüş olduğuna inanmak benim için çok zordu. Bunu geç öğrendiğim için affedin. Ve size yalanlar söylediğim 13 yıl için de affedin” diyerek istifa etti.

Yine IRIB’den Zehra Hatemi; “Bugüne kadar beni sunucu olarak kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Bir daha asla TV’ye dönmeyeceğim. Affedin” dedi ve bıraktı.

Keşke yalanlarımızdan af dilemek için bu kadar geç kalmasak!