“Avrupa’nın modernitesi, o modernitenin eliyle kesintiye uğramış geleneklerin kaderi olmuş gibidir” Rıza Beraheni (Öteki-siz, sayı 3)

Avrupa-merkezci yaklaşım yaşamım, özellikle kültürel düşünsel dünyamızı işgal ettiğinden, bu çemberin dışına çıkmak için çevreye bakmakta yarar var. Çünkü, bilinç endüstrisinin yoğun işleyişi içinde, kültürel, sanatsal düşünsel, kısacası entellektüel dünyamız işgal edildiğinden, bu üretimin farkında olmanın ve dışında kalmanın da kolay olmadığı ortadadır.
Ülkenin entelektüel kapısının Londra/Paris/New York “şeytan üçgeni” dışına da açılabilmesi önemlidir. Adonis’in Amin Malouf’un Paris’ten, Necip Mahfuz’un Londra’dan “vize” alarak Kapıkule’den girmesi çok acınası bir durumdur.

Bu büyük çember, bunun farkına varılarak kırılabilecektir. Böylesi bir amacın oldukça küçük bir parçası olmakla birlikte, yakınımızdaki uzak komşuya bir pencere olması amacıyla, İran konusunda biraz bilgi kırıntısı… İşimize yarayabilir. Özellikle, dünya egemen sisteminin okları bu ülkeye yönelmeye başlamışken. Ve özellikle bu okların bir parçası olan Malatya’ya üs gündemde iken…
İran’ın tarihsel arka planına kısa bir bakış atalım önce. Özellikle 20 yy.’daki toplumsal ve siyasal dönüşümleri anlamak için. Ülkenin yakın tarihi ve toplumsal yapısı konusunda bu bakış bir fikir verebilir bize.
İran’ın bugünkü radikal din temelindeki statükosunun anlaşılması için dinsel hareketlerin ağırlıklı olarak yaşandığı tarihini anımsamakta yarar vardır. Bugün din adamlarının iktidarı, ülkede tek iktidardır. Kısacası İran’da siyasal İslam/din temel/birincil referans noktası ve belirleyicidir. Bu anlamda, ülkenin geçmişine de bakınca görülen odur ki, İran toprakları tarih boyunca “radikal” din motifli bir geleneğe ev sahipliği yapmıştır.

TARİHSEL ARKA PLAN
İran’la ilgili tarihsel kayıtlarda genel bir söylem ile 2500 yıllık bir uygarlıktan söz edilmektedir. Bugünkü İran’da yaşayan halklar ilk olarak Orta Asya’nın Ari ırkından bir kol olarak, Hazar’ın doğusundan İran’a girmişlerdir. Yani İranlılar, Hint-Avrupalı “Arianlar”dır. İran sözcüğünün etimolojisi de ari; arya, eran; İran; olarak kimi kaynaklarda yer almaktadır.
Herodot, ünlü eserinde, İranlıların üç şeye değer verdiklerini söyler; ata binmek, ok atmak, gerçeği söylemek. Günümüz İranlıları, batı tipi demokrasi bağlamında “gerçeği söylemek” konusundaki Herodot görüşüyle biraz uzak düşmüşlerdir.

İranlıların yerleştiği coğrafya, tarih boyunca Avrasya’nın kapılarından biri olmuştur. Bu kapıların bulunduğu coğrafyaya yerleşen İranlılar, bölgenin temel özelliği olan göç olgusunun tersine, çok erken dönemde yerleşik hayata geçmişler ve yerleşik kültürlerini oluşturmuşlardır. Bu kültür, devlet sisteminden şehirciliğe, ordu düzeninden edebiyat ve sanata farklı boyutlarda kendini göstermiştir. Günümüz İran’ına ilişkin olarak dünya ana akım medyasında görünen eleştirel siyasal İslam fotoğrafının dışında, yoğun bir sanat/edebiyat yaşamının varlığı akılda tutulması gereken önemli bir özelliktir. (devamı haftaya)

Haftanın dizesi; “Suskunluk bin bir dille kendini anlatıyor.” (Ahmet Şamlu, Seçme Şiirler, çev. Cavit Mukaddes, YKY)