Asya ve Ortadoğu halkları sürekli bir hareket halindedir. Sürekli yer değiştirme, göç. İranlıların yerleşik olmasına karşın, İbn-i Haldun’un bedevi-medeni çatışmasını doğrular bir biçimde buraya akınların olması, hatta daha fazlası; Romalılardan Makedonyalı İskender’e, Timur ve Cengiz Hana ve Yavuz Sultan Selim’e kadar bir dizi fetih girişimi de yaşanmıştır. Tüm bu yoğun trafik, bu coğrafyada çok farklı kültürel, dinsel zenginliğin de yaşanmasının dinamikleri olmuştur.

Andığımız zenginlik, dinsel/düşünsel alanda da kendini göstermiştir. Bir yandan yerleşiklik, bir yandan geçiş coğrafyası olmasının getirdiği farklılık ve zenginlik içinde, İran topraklarında M.Ö. 1500-100 yıllarında Zerdüştlik dini ortaya çıkmıştır. Dünya felsefe tarihine ilk defa sistemli olarak iyilik/kötülük, aydınlık/karanlık, düalizmini bu din sokmuştur.

M.S 5. yy.da, İran’da Mazdekçilik (Manizm) dini ortaya çıkmıştır. Toplumda üretim ve paylaşım çelişkilerinin yoğun yaşandığı bu dönemde, adaletsizliğin, malların eşitsiz dağıtımından ileri gelmesi gerçeği karşısında, hava ve su ateş gibi, diğer tüm malların da toplumun ortak malı olması bu dinin temel düşüncesi olarak kabul edilmiştir. Öyle ki, kadınlar da maldan sayıldığından, kadınların da herkesin ortak malı olarak kabul edildiğine yönelik bilgiler nedeniyle, bu din “sapkın din” olarak değerlendirilmiştir. Oysa, dönemin koşulları içinde, mevcut iktidar ilişkileri içinde kadını mal olarak kabul eden anlayış mevcut olup, bu din, mevcut anlayışa alternatif bir çözüm getirmeyi hedeflemiştir. Bu dine kaba toplumculuk, ya da ilkel komünizm nitelikleri atfedilmiştir. Bu dönemden çok sonra, özellikle kadınların ortak mal sayılması yaklaşımı, Karl Marks’ın “Komünist Manifestosu”unda eleştirilen bir “yalan” olarak yer almıştır.

İranlıların İslam dinin kabulünden sonra, bu topraklar yine alternatif bir dinsel/toplumsal bir isyana tanık olmuştur; Babek isyanı ve Babekilik.  Hürremilerin şefi Cavidan’ın ölmesi üzerine başa geçen Babek, dünya siyasal başkaldırı tarihine özel bir karakter olarak geçmiştir.

İran’ın sayılan bu dinsel hareketleri aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik oluşumlar olması yönleriyle de önemlidir. Yenilgilere, kıyımlara karşın, bir birikimin oluşmasına elbette etken olmuştur.

İSLAMİYET SONRASI
İran’da İslamiyet sonrasında, 9. yy.’dan 15.yy.la kadar, sırasıyla Gazneliler, Selçuklular, Moğollar geçici hükümranlık göstermişlerdir. 15. yy.da kurulan Safevi Devleti ve Şiilik Mezhebi, İran’ın devam eden kültürel sürekliliğini bugünlere taşımıştır. Cami imamları olan mollardan, üstün bir dini lider olan ayetullahlara kadar oluşan din adamları örgütlenmesi toplumda yerleşik bir hal almıştır.

1736 yılında iktidara gelen Nadir Şah zamanı, Osmanlı’nın aynı dönemindeki “Tanzimat’’a koşut gelişmelerin yaşandığı bir dönem olarak dikkati çekmektedir. “Dışa açılma” ve cılız bir “dışardan modernite” gibi iki başlıkla bu dönemi özetlemek olasıdır.

Osmanlı’daki meşrutiyet hareketlerine koşut ve neredeyse aynı tarihlerde İran’da da 1905-1911 arasında meşrutiyet deneyimi yaşanmıştır. (devamı haftaya)

Haftanın dizesi; “ne verdiniz bana ey aldatan, basit kelimeler” (Furuğ, yeryüzü ayetleri,  Çev. Makbule Aras, Can Y.)