İran tankları Mekke ve Medine kapılarına dayanacak! Bu üretilen korku özellikle Türkiye’deki siyasal İslamcılar nezdinde bir hayli yaygın. Bölgeyi mezhepçi refleksler üzerinden okuyan bu çevrelere göre Ortadoğu’da nüfuzu gün geçtikçe artan İran’ın nihai hedefi Suudi Arabistan’ı kuşatmak ve “Mekke”yi Suud monarşisinin elinden almak. Bu akla ziyan senaryo nedeniyle “Mekke”yi savunmak dürtüsüyle Suudi Arabistan liderliğindeki Sünni Cephe’nin arkasında kayıtsız şartsız saf tutmayı “stratejik deha” olarak pazarlıyorlar.
•••
İran fobisiyle gözlerini kırpmadan Suudilerin karşısında el pençe divan duran bu kesimlerin uykuları daha da kaçacak gibi. Zira Tahran ile Batı dünyası arasında yılan hikayesine dönen nükleer anlaşma İsrail ve Suudi Arabistan’ın tüm provokasyonlarına rağmen yürürlüğe girdi. Ruhani-Zarif ikilisi usta bir manevrayla bu süreçten başarıyla çıktı. Kendi muhafazakarlarının, ABD’li neo-con’ların, Netanyahu yönetiminin tüm itirazlarına rağmen Lozan’da temeli atılan Viyana’da şekillenen anlaşmayı kotardılar.
•••
Şimdi ne olacak? Öncelikle Ortadoğu’da ender görülebilecek bir şey yaşandı ve bu kez çatışma değil diplomasi kazandı. Anlaşma kimse için mükemmel değil belki ama mevcut durumda varılabilecek en iyi sonuç. İran’ın uluslararası siyasete entegre olmasının önü açıldı. Çatışmalarla dolu bölgede tarafların Yemen, Suriye, Lübnan ve Irak’taki krizlerde farklı cephelerde yer aldıkları dikkate alındığında bir süreliğine de olsa nükleer güç sorununu satranç tahtasından çıkarmak, kuşkusuz olumlu bir gelişme.
•••
En iyimser senaryoda İran’la yapılan nükleer anlaşma ülkenin uluslararası ilişkilerinde bir dönüşüm yaratır ve bu sayede Tahran bölgeyle ve uluslararası toplumla çatışma yerine müzakere yolunu tercih eder. Bunun içeriye de yansıması olacaktır. Sonuç olarak daha az tehdit edilen bir İran, içerde de daha az baskıcı olacaktır. En azından bir temenni bu! Böyle bir durumda İran’daki farklı güçler de ülkenin gelecekteki gidişatına dair ellerindeki seçenekleri hesaplamaya başlayacaktır.
•••
Elbette ki her şey bitmiş değil. Sürecin ilk ve en zorlu etabı aşıldı sadece. Her şey yolunda giderse nükleer anlaşma, İran ile Batı arasındaki temel sürtüşme kaynaklarından birini azaltacak. Ama geride daha birçok anlaşmazlık noktası kalacak. Nükleer anlaşmanın yürürlüğe girdiği günün hemen ertesinde ABD tarafından İran’a uygulanan yeni yaptırımlar bunun en bariz örneği. İran’ın Ortadoğu’nun yükselen gücü olması, Şam ve Bağdat’tan Beyrut ve Sana’ya dek uzanan etkisi, insan hakları sicili ve Hizbullah gibi örgütlere verdiği destek düşünüldüğünde Washington’la arasındaki gerilimin birçok alanda süreceğini söylemek mümkün.
•••
Şüphesiz, anlaşmanın müzakerecilerin odaklandığı nükleer silahsızlanma sorununun çok daha ötesinde sonuçları olacak. İran ve komşuları arasındaki bölgesel politik gerilimler yeni dönemde kendisini farklı yüzleriyle gösterecektir. Bu da anlaşmanın Ortadoğu’da oyunun kurallarını değiştirecek olası etkileriyle baş etmek için acil olarak yeni diplomatik çabalara ihtiyaç olduğu anlamına geliyor. Özellikle Riyad-Tel Aviv yönetimlerinin her türlü ayak oyunları düşünüldüğünde bu adımların bir an önce atılması şart. Bölgesel çatışmalarla ilgili diplomatik bir süreç olmayınca işler vekil savaşları üzerinden yürüyor. Kanlı savaşların yaşandığı Yemen ve Suriye’de olan bu. Lübnan ve Irak da kolaylıkla aynı duruma düşebilir.
•••
Unutmamakta yarar var. Sadece ilk raunt bitti. Henüz sürecin ilk ve en zorlu etabı atlatıldı. Tarafları uzun bir süreç bekliyor. ABD ve Batılı müttefikleri, İran’la işbirliğinin işe yaradığını anladı. Nükleer barış ile yakalanan müzakere deneyimi Suriye krizinin çözümü için başlatılan sürece yansıtılabilirse iki ülke, bagajlarını şişiren dosyalardan zamanla kurtulabilirler. Tabii ki olası yol kazası yaşanmazsa. Kuşkusuz ki eli rahatlayan Tahran artık birçok konuda daha rahat, daha özgüvenle masaya oturacak.
•••
Anlaşmanın bölgesel ve küresel etkilerinin yansımalarını kısa süre içerisinde göreceğiz. İran, tanklarıyla Mekke ve Medine’ye dayanmayacak belki ama, Tahran yürürlüğe giren nükleer anlaşma sayesinde bütün varlığıyla Arap Yarımadası’nda nüfuzunu artıracak, Suudilerin kapısına olanca gücüyle dayanacak. Bu yönüyle Türkiye’deki siyasal İslamcıların uykuları ne kadar kaçsa yeridir.