Guangzhou (Guanco) kentinde Çin’in yakın ilişkide olduğu çeşitli Afrika ülkelerinden gelen birkaç bin Afrikalı göçmen yaşar. Çoğu küçük gelire sahiptirler. Son yıllarda, sayıları giderek artan ikinci bir grup daha var: Burada üniversite eğitimi alan ve bir firmada iş bulup Çin’de yaşamaya başlayan eğitimli gençler.

Hong Kong’da (HK) yaşadığım zamanlarda, bu insanlar HK polisinin verdiği rahatsızlık ve ortalama HK’lunun İngilizlerden kaptığı ırkçılık hastalığıyla Çin’de karşılaşmadıklarını söylerlerdi. Çin hükümetinin yabancıların Çin’de yaşamasını kolaylaştıran düzenlemeler yapmasının ardından çoğu Guangzhou’ya geçti. Zaman içinde yerleşik bir Afrikalı topluluk oluştu. Bir zamanlar kentte belki birkaç yüz kişi olan Afrikalı göçmen sayısı zaman içinde birkaç bin kişiyi buldu.

Çin’i tanıdıkça Çinlilerden mal almak yerine üretici firmalara ulaşan bu insanlar önce bu fırsatçıların tepkisini çektiler (açıktan olmasa da). Zamanla Çinlilerin Afrika kıtasıyla olan ticaretini büyük ölçüde onlar yapar hale geldi. Bu kez de bu gruptakilerin tepkisini çekmeye başladılar. Bu insanlar hem “(yırtmaya çalışan) Çinlilerin kazanması gereken, hakkı olan parayı kazanıyorlardı” hem de giderek sayıları arttığı için şehirde daha görünür olmaya başlamışlardı. Böylece, çok hafiften de olsa bazılarında bir Afrikalı “gıcıklaşması”nın ipuçları hissedilmeye başlandı. Lümpen cehaletin size düşman olması için ondan farklı olmanız yeterlidir. Buna bir de çıkar çelişkisi eklenince tablo tamamlanır. Olan aşağı yukarı buydu.

Nisan başlarında Guangzhou’da 100 ithal Covid-19 vakası görüldü. Bu vakalar arasında beş Afrikalı da vardı. Merkezi hükümetin “olası ikinci salgın dalgasına karşı etkili bir biçimde önlem alınması” talimatı” yerel hükümet saçmalattı. Kentteki bütün Afrikalılar için zorunlu izleme/tarama, test ve Covid-19 testinin pozitif olup olmamasına bakılmaksızın 14 günlük karantina kararı aldı. Tarama testleri sonucu başka vakarların da tespit edildiği söyleniyor. Covid-19 testi pozitif çıktığı için karantinaya alınan bir Nijeryalının karantinadan kaçmak için bir hemşireye saldırıp yüzünü yaralaması yerel yetkililerin konuyu beceriksizce, saygısızca ve ahmakça ele almalarının üstüne tüy dikti.

Sosyal medyada bir lümpen grubun sahte video ve resim de ekleyerek başlattığı ırkçı saldırı bu insanların tamamını Covid-19 taşıyıcısı olarak sundu ve ikinci salgın dalgasını başlatacakları korkusu yaydı. Bu kışkırtma şehirde de karşılık buldu. Afrikalı göçmenler kiraladıkları evlerden çıkarıldılar, otellere kabul edilmediler, lokantalara sokulmadılar vs. Ortaya çoluk çocuk köprü altlarında, sokaklarda yaşamaya mecbur kalan insanların yaralayıcı görüntüleri çıktı. Yerel hükümet yetkilileri o kadar beceriksizce davrandılar ki, bu utanç verici olayın bir ucunda kendileri de varmış gibi bir görüntü verdiler. Bakalım soruşturma sonucunda nasıl bir fatura kesilecek.

Görüntüler basına düşünce Çin’e karşı ırkçılık suçlamaları yükselmeye başladı. Afrikalı sanatçılar, kanaat önderlerinin çağrılarına ve tepkilerine Afrika ülkelerinin diplomatik tepkileri de eklenince merkezi hükümet duruma el koydu. Afrika kıtasının Çin için ne kadar önemli olduğunu söylemeye gerek yok. Kıtada çeşitli alanlarda çalışan bir milyon Çinli yaşıyor ve kıta topraklarını belki de dörtte birini Çin ekip biçiyor. Örn. “Çin malı ay çekirdeği” memlekete nereden geliyor olabilir? Gerçi merkezi hükümetin olaya sırf böyle bir faydacılıkla yaklaştığını ve görüntüyü, imajını kurtarmaya çalıştığını söylemek haksızlık olur. Irkçılığa karşı tavırlarını ve ırkçılıktan mideleri bulandığını biliyorum.

Merkezi hükümetin olaya el atmasıyla birlikte, sokaklara atılan insanlar evlerine yerleştirildi, çeşitli yardımlar sağlandı. Resmi görevliler ve Guangzhou’un saygın kişileri/topluluk önderleri, sivil toplum grupları bu insanları ziyaret ettiler, çiçek ve hediye yağmuru başladı. Hepsi için ücretsiz sağlık hizmeti verilmeye başlandı.

Peki, bu insanlardan biri “normal (salgın öncesi) zamanlarda” rahatsızlansa Çin sağlık sistemi bu cömertliği gösterir miydi? Sağlık sisteminde kaydı (yani sigorta kaydı-ödemesi) olmayan kendi yurttaşlarına göstermediği cömertliği elin Afrikalısına veya Avrupalısına neden göstersin? Devleti yöneten partinin adında komünist geçiyor dediysek o kadar da değil… Ee, bu ne biçim komünizm diyebilirsiniz. Burada komünizmi/sosyalizmi aramak için sınıf ilişkilerine bakmak boşa kürek çekmektir. Öyle bir bakışta (yani sınıf ilişkilerinde) görülebilir bir şey olsaydı tanımlamanın başına “Çin’e özgü (sosyalizm)” ifadesi yerleştirilmezdi. Sosyalist müktesebat ÇKP ruhunda halen hafife alınmaması gereken bir yer tutsa bile, fiiliyatta öyle bir bakışta görülecek bir şey değildir. Görebilmek için bazen ne istediklerine veya ne yaptıklarına, bazen ise nasıl yaptıklarına dikkatle bakmak gerekir. Bana göre, “Çine özgü” ifadesi aslında maksud ile menzilin uzlaşmadığı boşluğu Deng Xiaoping pragmatizmiyle doldurmanın adıdır. Örn. yoksulluğu (özellikle son 5 yıllık dönemde) ciddi ciddi dert edindikleri, yok edemedikleri yoksulluktan derin üzüntü duydukları ve ortadan kaldırmak için çok çalıştıkları, halkın daha iyi-en iyi koşullarda yaşamasını canı gönülden istedikleri ve bunun için çabaladıkları bir gerçek. Fakat yoksulluğu ortadan kaldırmak için benimsedikleri yolun, üretilen değerin adil paylaşımı ve hep birlikte daha fazla ve daha iyisini üretmek yerine, (bazen devlet destekli) bir tür kapitalist girişimcilik olduğu da bir başka gerçek. Yani yoksulluğu yenmenin yolu bireysel zenginleşme. Bu konuda bundan sonra daha fazla yazacağım.