Bu yazıyı yazmamam, ‘bu topa girmemem’ yönünde en yakınlarımdan bile uyarılar aldım. Yazmamamı önerenlerden birisi de Leman Sam’ın ta kendisiydi. “Bak lütfen yazma, seni de linç edecekler” diye attığı son mesajı yanıtlamadım bile.

Leman Sam’ın o son tweeti yazdığı ‘olaylı’ gün ben de şu yazdığım ile aynı mecradan konuya dâhil oluyordum: “Leman Sam konusunda bir şey yazmayacak mısın” diye sürüyle mesaj gelmiş. BirGün’e yazıcam Ptesi günü. Ama şimdilik şu kadarını söylemek isterim. Leman Sam koskoca bir çınardır; kökleri tüm dünyayı sarar. Leman’dan ırkçı çıkmaz. Aksini düşünmek insafsızlıktır.”


Yemediğim küfür, işitmediğim hakaret kalmadı. Eli yüzü düzgün tüm eleştirileri öpüp başımın üstüne koyuyorum.

Öncelikle şunu net bir şekilde koyalım: Leman Sam’ın söz konusu tweeti ve daha öncesinden de ortaya çıkarılar tweetler ‘ırkçı’ tweetler midir? Evet! Tartışmasız.

“E peki daha ne?” diyor olabilirsiniz. Çünkü bazılarınız demiş ki “Bundan sonra ‘ama’sı falan olmaz.” Ben de diyorum ki, bir insanı ırkçılıkla suçlayacaksak öncesinde bir ‘ama’sı olur. Bir de buradan bakın.

***

Şunu diyorum:

Ben yazılanla ilgilendiğim kadar yazanın da kim olduğuyla ilgilenmeyi tercih ettim. Tüm yaşamı boyunca adı ‘beyaz güvercin’ ile ‘zeytin dalı’ ile anılmış bir sanatçıydı karşımızdaki. Kariyeri boyunca Arapça dâhil yirmiyi aşkın dilde şarkı söylemiş, tüm yardım konserlerinin, sosyal sorumluluk projelerinin en önde gelen gönüllülerinden olmuş, birçok milletten meslektaşlarıyla çalışmalar yapmış, şarkılar söylemiş, barış ödülleri almış bir kadından bahsediyorduk. Bu insan ‘ırkçı’ olabilir miydi? Bence hayır! Başka bir açıklaması olmalıydı.

“Savunma Leman’ı” diye beni arayan dostlara tek bir soru sordum: “Peki Leman Sam ırkçı mı yani?” Kısa bir sessizlikten sonra cevap hep aynı oldu: “Hayır, ama...”

O zaman benim ‘ama’mı da dinleyin. Gerçi “yakınınız olmasa savunmazsınız” falan diye yazanlar da olmuş. Evet, Leman Sam benim “yakınım.” Hem de “iyi ki” yakınım! İşte tam da bu sebepten; onu tanıyorum da yazıyorum...

***

Bundan bir süre önce yine bu sonuncusuna benzer bir tweetten sonra Ayşe Arman’a verdiği bir röportajda çocukların, hayvanların ve ağaçların “en yumuşak karnı” olduğunun altını çizen Sam “Bana ateist diyorlar. Oysa değilim. Yaradana da adaletine de inanıyorum. Ben, kendi başıma gelen bazı musibetlerde bile, ‘Tanrım n’aptım da bu geldi başıma!’ diyorum. Sık sık böyle bir muhasebe yapıyorum. Bakın, ben Nepal’e gittim. Gördüklerimden sonra, bir daha gitmem. Birçok yerde, hayvanların maruz kaldığı zulmü gördüm. Aklıma geldikçe ağlamak istiyorum. “

Dikkat edin; Leman Sam’ın sonuncusu dâhil daha önceden de ortaya çıkan bu tür tweetlerinin hepsi ya hayvana, ya doğaya yapılmış bir kötülüğün sonunda ortaya çıkıyor. Diyeceksiniz ki “ben de hayvan seviyorum, ama böyle şeyler yazmıyorum.” Her acıyı her kişi başka bir şekilde karşılayabiliyor işte. Herkesin tahammül eşiği farklı olabiliyor. Leman’ın gözü dönüyor, o, cinnet getiriyor adeta.

Aynı söyleşide şöyle devam ediyor Sam: “Zannediyorlar ki, ben hayvanları seviyorum ama insan düşmanıyım. Böyle bir şey olabilir mi? Ama insanların hayvanlara yaptığı zulüm, benim içimde bastırılması güç bir öfke oluşturuyor. Bu öfkeyi de hiçbir şekilde boşaltamıyorum. Bu olayda olduğu gibi bazen taşıyor, bir tweete yansıyor. Evet, biraz daha yumuşak yazabilirdim.”

***

Rumen filozof Emil Cioran’ın şu sözü geliyor aklıma: “Doğmamak hiç kuşkusuz olup olabilecek en iyi formüldür. Ama ne yazık ki, kimsenin elinde değil.”
Leman Sam bu kadar kötülüğün, acının olduğu bir dünyada “mecburen” nefes almaya çalışıyor. Ayşe Arman “Siz bu noktaya nasıl geldiniz” diye soruyor.
“Bir tinercinin, bir köpeğe tecavüz ederken, direnen köpeğin gırtlağını nasıl kestiğini gördüğümde! Bazen intihar etmek istiyorum. Atayım kendimi üçüncü kattan aşağıya diyorum. Böyle bir noktaya geldiğiniz zaman istemeden de olsa ağzınızdan böyle şeyler dökülüyor.”

Leman Sam bu yaşama tahammül etmeye çalışıyor. Tanık olduğu kötülüklerin Leman’ın hayatında bir cinnet haline sebep olduğunu görüp anlamamak mümkün değil. Dedim ya; sadece lafa değil, söyleyene de bakmanın sonuçlarından en önemlisi de bu oluveriyor: Anlamak! Anlamak, onaylamak değildir.
Bunu unutmadığım yerde de, kusura bakmayın ama “Leman Sam ırkçı değildir!” diye yazmak zorundaydım. Bundan ötesi sizlerin insafına kalmış.

***

İkimizin de aynı mahallede yaşadığı yıllarda bir gün Leman’ın evinde oturuyoruz. Çok kalabalığız; Leman, kediler bir de ben.

Lübnanlı müthiş şarkıcı Oumaima El Khalil’in sesinden ‘Asfur’u dinletiyor bana Leman. Çıt çıkarmadan dinliyorum. Leman’ın gözleri doluyor. “Ne müthiş bir şarkıcı değil” mi diyor bana. O akşam bir kaç kere daha dinliyoruz aynı şarkıyı. “Bu, devrimci bir kuşun şarkısı” diyor Leman.

Çevirisini buldum şarkının:

bir kuş baktı pencereden, "nunu" diye seslendi
"beni yanında sakla, sakla beni ne olursun lulu"
"sen neredensin" diye sordum ona, "göğün sınırından" dedi
"nereden geliyorsun" dedim, "komşunun evinden" dedi
"kimden korkuyorsun" dedim, "karga kafesinden" dedi
"tüylerin nerede" dedim, "zaman uçurdu" dedi
bir kuş baktı pencereden, "nunu" diye seslendi
"beni yanında sakla, sakla beni ne olursun lulu"
bir damla gözyaşı süzüldü yanağından, kanatları büküldü
"yere sağlam basıp kendi yolumda yürüyeceğim" diyordu
onun yaralı hâli gibi kalbimin yaraları da acı veriyordu bana
zindanın demirlerini kıramadan kesildi sesi, kırıldı kanatları
O’na dedim ki korkma bir bak, doğacak güneşi göreceksin
Memleketine baktı, özgürlük dalgalarını parlarken gördü
Pencereden çırpınan başka kuşların kanatlarını gördü
Özgürlüğün kanatları altında memleketini süslenirken gördü