Irkçılıkla mücadele lafla olmaz

Konuk Yazar: Saadet Sönmez - Sol Parti Hessen Milletvekili

Hanau’da dokuz genç insanımızın hayatını kaybettiği 19 Şubat saldırılarının ardından birçok üst düzey siyasetçi acıklı açıklamalardan geri kalmadılar.
“İçimizden insanlar”, “böyle bir şey bir daha olmamalı” diyorlardı ya da “geride kalan akrabaların acısını paylaşıyorlardı”.

Duygularını böylesine içten biçimde dile getirenlerden bu ağır suçların bir an önce aydınlatılması için kararlılık göstermesi beklenir. Ancak bu açıklamaların gereğinin yapılmasını bekleyenler hayal kırıklığına uğradılar.


Yaşamını yitirenlerin akrabalarının ve arkadaşlarının katlanmak zorunda kaldığı vahşetin bir açıklaması olarak ortaya hemen saldırının bir bireysel eylem olduğu tezi atıldı ve ardından da kabul edildi.

Olayla ilgili daha fazla soru sorma hakkı neredeyse ortadan kaldırılmıştı. Bunun üzerine aileler ve sorumluluk üstlenen insanlar soruşturmayı kendi başlarına yürütmeye karar verdiler.

Örneğin öldürülen 22 yaşındaki Vili Viorel Păun’un babası Niculescu Păun, oğlunun olaylar sırasında telefonla defalarca polis acil ihbar hattını aradığını, ancak kimseye ulaşamadığını ortaya çıkardı. Vili Viorel Păun, bir yandan arabasıyla katili takip ederken, diğer yandan da polis ihbar hattını üç kez aramaya çalışmış, her girişimi cevapsız kalmıştı.

Hessen İçişleri Bakanı Beuth, Mayıs 2020’de yani korkunç eylemden üç ay sonra, yetkililerin ve polisin bu konuyla ilgili çalışmalarını överken, Niculescu Păun da kamuoyuna polis ihbar hattına ilişkin bu ağır ihmali duyuruyordu.
Polis acil ihbar hattıyla ilgili bu skandal, saldırılarda yaşamını yitirenlerin yakınlarının yoğun çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan çok sayıda görev ihmali ve savsaklama vakalarından sadece bir tanesi.

Olayların araştırılması için bir meclis araştırma komisyonunun görevlendirilmesi kararı da yakınların bu gayretlerinin sonucu olarak alınmıştı.
Geçen hafta Adli Psikiyatrist Prof. Henning Sass, Meclis Soruşturma Komisyonu’na ölen saldırganla ilgili paranoid şizofren teşhisini içeren bilirkişi raporunu sundu. Buna göre saldırganın söz konusu teşhise konu olan kuruntuları, başlangıçta yabancı düşmanlığından tamamen farklı bir içerikteydi. Yabancı düşmanlığı zamanla gelişmişti.

Kendini aydınlanmaya adamış bir toplum şunu kabul etmeli:

Toplumsal ortam, kamusal söylem, yayınlanan görüşler, kişilerin kafasında zamanla yabancı düşmanlığına dönüşen kuruntuları besler.
Bir grup insanda görülen olumsuzluklar, eğer bu olumsuz durumun sosyo-ekonomik arka planına bakılmazsa, kısa sürede bu toplumun etnik kökenine dayandırılır ve bu gruba mensup insanlar kollektif suçlamalara, ön yargılara hedef olurlar. Bu durum sadece şeffaf ve kapsamlı bir bilgilendirme sayesinde önlenebilir.

Ancak saldırıdan bu yana geçen iki yılda, kendilerine “toplumun içinden insanlar” oldukları söylenen göçmen kökenliler için, bu sözleri destekleyecek siyasi ve yasal bir gelişme olmadı. Polis tarafından uygulanan "etnik profil" uygulaması halen devam ediyor, iş arayanlar halen ayrımcılıkla karşılaşıyorlar, göçmen kökenli ailelerin çocukları halen daha kötü eğitim ve öğretim koşullarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Bunlar göçmenlerin karşı karşıya olduğu eşitsizliklerin sadece küçük bir bölümü.

Bir toplumda kökten yasal ve kurumsal dönüşümler gerçekleşmediği sürece, iktidardakilerin sempati içeren ifadeleri, eşit bir şekilde birlikte yaşama hizmet etmez, hatta engel olur.
Irkçılıkla mücadele lafla değil, siyasi ve toplumsal gerçekliği değiştirerek olmalıdır.