İronik hesaplaşmaların şairi
DENİZ YILMAZ
2018’de kaybettiğimiz İzzet Yasar, nam-ı diğer Reşit İmrahor (daha doğrusu Reşit İmrahor mahlasını kullananlardan biri), 1970’lerin başından itibaren ‘Yeni Dergi’ ve ‘Birikim’de yayımlanan şiirleriyle adını duyurmuştu. ‘Yeni’, ‘başka’ ve ‘imkânsız’ dizeleriyle Türkiye edebiyatında farklı bir noktada duruyordu. Aynı farklılık, adı İkinci Yeni için anılırken de söz konusuydu. ‘Kuş Bakışı’ başlığıyla yayımlanan ve 1969-2018 arası kaleme aldığı tüm şiirlerinin bulunduğu kitap, Yasar’ın bu farklı duruşunu ortaya koyuyor. Kuş Bakışı’nda, kendi dilini ve sözünü oluşturmuş bir şairle karşılaşıyoruz öncelikle. Buna biçim ve teknikte yarattığı farklılıklar eklemleniyor. Üstelik Yasar’ın 1970’lerin toplumcu şairlerinin yarattığı kanondan bilinçli şekilde uzak durduğunu da görebiliyoruz. Kurum ve yasalarla şairane bir hesaplaşmaya giren Yasar, sonunda bireyselliği ön plana çıkarıyor; hem kendisiyle hem de kavramlarla ‘kavgaya’ tutuşuyor. Yalnız, bu kavganın son derece incelikli olduğunu hatırlatmakta fayda var.
‘Bölünmelere Karşı Bölücü Şarkı’da bunun bir örneğine rastlıyoruz:
“çabuk bitirin gömme törenini/ikinci cilde yeni başlamıştım, kaldı
sayfayı kıvırmıştım, ordan devam edersiniz/
toprak atmak mezarcının işi, siz artık gidin
anlamadığım yerlerin altı kırmızı tükenmez kalemle çizili
yüzüm bu dünyaya gömülü
gencecik yaşlı yaşım miladî
yine de inerken derinliğine toprağın
yükseltiden dönüyor da başım
yaşanmamış tarih-içinden görüyorum kendi fosilimi…”
Yasar’ın şiirinin, kendi ifadesiyle hem yaşam hem de sanat hâllerinden taşıdığı parçalara raslıyoruz ‘Kuş Bakışı’nda. Üstelik bu hâllerin aktarımını, okurla kurduğu sağlam iletişimle başaran şair, gerçekleştirdiği dil oyunları sayesinde acıyla mizahı, hakikatlerle ironiyi bütünlüyor. Öte yandan politika ağzına karşı, şiirin kapısından geçmeyi yeğleyen ve çok yönlü bir oyuna dönüşüyor onun şiiri:
“şehir merkezine tu ordugâh kurulmuş
meclis jimnastikhanesinde ölü bir beyin çalışıyor
tarihine çamaşır gibi asılmış bir bakanlar kurulu
bir kurmay bir kumruyu öpüyor
gözlerini kapıyor kuş evinde
yutağından gödenine dek süzülsün diye zevk
bir tarihçi kıvranarak tarih düşürüyor lök
bir millet geriniyor bir film kopuyor
muz iyi mi…”
Yasar’ın kurumlarla ve kurumlardaki kişilerle hesaplaşması, hakikatlerin ifşasıyla taçlanırken dili ve söylemi, karşısındakileri gücendirecek bir sertliğe erişiyor ancak şairin bunu pek önemsemediği görülüyor. Yasar için başta gelen şey, her türlü aksaklığı görünür kılmak ve nefes alıp veren kötülüğü şiirleştirmek. Başka bir deyişle gerçeğin üstünün örtülmesine, ironik ve mizahi şiirlerle karşı çıkmak. Bu ironi ve mizah, satır aralarında derin ve bir türlü kabuk bağlamayan yaraları açık ediyor; ‘İstikbal Marşı’ndaki dizeler buna güzel bir örnek:
“üstüne tükürülmüş bir denizçıyanı gibi
köpürüp yırtılarak kendini doğurmaya çalışan ülkem
korkma baban seni hâlâ seviyor
dünya da artık sana benziyor zaten
korkma sen bütün o küt çağlar boyunca
lağımlar böyle kıvranarak açmadın mı
avrupanın bağırsaklarından sancılar içinde
ak salgılı kafilelerle geçmedin mi…”
Süregelen sorunlar silsilesine dokunan, yalın ve bir o kadar da sert şiirler kaleme aldı Yasar. ‘Kuş Bakışı’nda bir bütün olarak okura sunulan dizelerinde bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Fark ettiğimiz bir diğer şey, Yasar’ın şiirinin gelişimi; duyarlılığının günden güne katlanıyor. Mizahla, ironiyle ve hakikatlerle beslediği bir hesaplaşmaya dayanan bir duyarlılık bu. ‘Kuş Bakışı’, Yasar’ın söz konusu tavrının geleceğe kalan kaydı olarak nitelenebilir pekâlâ.