Kalabalıklardan kaçma vaktimin yaklaştığını artık iyiden iyiye hissediyorum. İster yeniyetme bir yazarın ‘fildişi kuleye’ saklanma ukalalığı

Kalabalıklardan kaçma vaktimin yaklaştığını artık iyiden iyiye hissediyorum. İster yeniyetme bir yazarın ‘fildişi kuleye’ saklanma ukalalığı deyin isterseniz de yerli usul ‘deve dişi nar’ yetiştirme hastalığı... Fark etmez! İnsani olandan her geçen gün uzaklaşıp, doğa kanunularıyla yaşadığımıza artık eminim. Açıp bakın o zırt pırt tanıtım giren National Geographic’in börtü böcek belgesellerine. Afrika düzlüklerindeki, yabanıl ortam gibi değil mi hayatımız? Burada da barınma, sağlık gibi konularda besin zincirinin en altındakiler hep av oluyor!
Ultimate Survival
Sokağa çıkıp baktığınızda bu yabanlığın günlük hayatta da devam ettiğini rahatlıkla görebiliyorsunuz ki, işte asıl rahatsız edici nokta da bu. Belgeselin pop kanalı Discovery’in Türkiye ayağında oldukça ilgi çeken, Ultimate Survival denilen, Türçesi Nihai Kurtuluş olabilecekken nedense Mucizevi Kurtuluş diye çevrilen belgeseli bugünlerde daha dikkatli izlemek lazım. İngiliz ordusunun özel kuvvetlerinden yetişen Bear (Ayı) Grylls’i helikopterle dünyanın çeşitli yerlerine atıyorlar. Ona eşlik eden bir kamera ekibi var ama onlar asla yardımcı olmuyor. Ayı Grylls kâh çöllerde, kâh balta girmemiş ormanlardan veyahut karlakaplı dağlardan tek başına kurtulmaya çalışıyor. Her seferinde bir besin kaynağı bulup, doğadan devşirdiği ıvır zıvır şeylerle hayatta kalmaya çalışıyor.
Ne zaman Ayı Grylls’i  izlesem, medeni ilişkilerin gelişmediği, sosyal güvencenin olmadığı, eğitim, barınma, sağlık gibi temel insani ihtiyaçların giderilmediği ve dahası nezaketin toplumsal bir kalıba dönüşmediği canım memleketim geliyor aklıma. Koşullar burada da en az Ayı Grylls’in gittiği yerlerdeki kadar sert, çetin, acımasız.
Türkİyem Türkİyem Ultimate SurvivalIm
Aileniz zengin değilse, siz köşeyi dönememişseniz Taksim Meydanı’na paraşütle inmiş gibi hayatla mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz. Bize politikacıların ve cümbüşlü televizyon programlarının unutturmak istediği gerçek tam da bu. Kimi zaman İstiklal Caddesi’yle vahşi Amazon ormanlarının yaşam koşullarının eşit olduğuna inanıyorum! O selpak satan çocuklarla, dağlarda yaşayan leoparların temel yönelimi aynı; Hayatta kalmak, beslenmek, ailenin daha güçsüz üyelerine ‘av’ parçası götürüp dayanışmak. Etraftaki insan kalabalığını da kayalar, uçurumlar, avcı kartallar gibi düşünebilirsiniz.
Düzenlenmemiş birçok alanımız var ve bu kahreden dağınıklık yaşam koşullarımızı  her geçen gün biraz daha azaltıyor ve biz Ayı Grylls gibi, ayakkabı bağcığı ve bir parça telle tavşan tuzakları  kurarak dağbaşında aç kalmamaya çalışıyoruz.
Yaşadığım Ultimate Survivalım Anısı
Şu memurların bir günlük uyarı grevinin olduğu saatlerde, yeni yayınlanacak romanımla ilgilenen bir gazeteciyle buluşmak için Cihangir’e doğru gidiyordum. Taksim Meydanı’nın tam ortasında çok kalın bir kadın cüzdanı buldum. Haliyle eğilip aldım, etrafıma baktım ama meydanın sakin tarafı olduğundan ilgilenen kimselere rastlamadım. Birkaç adım atıp içine baktım. En fazla beş lira olabilecek bozukluklar, bir-iki kredi kartı, birkaç bankamatik kartı, nüfus cüzdanı ve bir öğrenci kimlik kartı vardı. Cüzdanda bir de sınavda başarılı olmak için küçücük kağıda yazılmış Türkçe bir dua vardı. İlk rastladığım polise verecektim fakat o gün çoğunun görevde olduğu belliydi. Meydanın öteki ucuna kadar yürümem gerekecekti. Başıma gelebilecekleri tahmin ettiğim için tercihimi bankayı aramaktan yana yaptım. Güvendiğim için, diğerlerini değil de İş Bankası kartının üzerindeki telefon numarasını arayıp, öğrenci Zeynep Hanım’ın hesap numarasını ve ismi söyledim, cüzdanı bulduğumu, bunu nasıl iletebileceğimi sordum. Nezaketli bir bey’fendi ilgilendi ve öğrenci Zeynep Hanım’a telefon numaramı ve ismimi vereceğini söyledi. O dakikada bir kurt düştü içime... Ya tahmin etmediğim bir hikâyenin ortasına savrulursam diye... Malum; şartlar çetin! Bankayı aradığım için, polislere yönelmedim ve başladım haber beklemeye. Birkaç saat sonra işlerimi bitirdiğim halde arayan olmamıştı. Elimde bir kadın cüzdanıyla gezmemek için Firuzağa Kahvesi’nin güvenilir evladı Oğuz’a bıraktım. “Gelir senden alırlar artık!” diyerek, uzadım.
Akşam telefonum çaldı, Beyoğlu Polis Karakolu’ndan sert konuşan bir polis memur arıyordu. Nasıl olur da cüzdanı kahveye bırakırmışım, nasıl olur da karakola getirmezmişim. Kendi ayaklarımla karakola gitmek istemeyeceğimi söyleyemezdim, inceden kıvırdım. Baktım memur çok üsteliyor, ben de sesimi bir ton artırıp, insanlık adına haber verdiğimi söyledim. Bunun üzerine; gidip cüzdanı almayacaklarını ve benim hemen getirmem gerektiğini tam bir polis tonlamasıyla bildirdi.
Söylene söylene kalkıp gittim Firuzağa’ya, Oğuz’dan cüzdanı alıp, kıllana kıllana karakola doğru yürümeye başladım Bir yandan da sert bir ortamla rastlaşacağımı bildiğimden tedirgindim. İş Bankası beni karakola şikayet etmişti! Gıcık oldum. Yaptığım iyilik karşısında fırça yiyordum...
Karakoldan girince içerde bekleyen genç hanımefendinin cüzdan sahibi olduğunu hemen anladım. Ürkmüş, üzülmüş dahası korkmuştu. Cüzdanı ona verirken son fırçamı da yedim polislerden. Haliyle görevliler alıp, baktılar; içinde eksiği yoktu, öyle takdim ettiler. Zeynep Hanım kibar insanmış, teşekkür etti... Polisler de kibar davranıp elimi sıktılar. O an beni ihbar edenin İş Bankası olmadığını anlamıştım. Beni ihbar eden yardımcı olmaya çalıştığım öğrenci kızımızdı... Beni aramaya korkmuştu, haklıydı çünkü burası sert koşulları olan bir doğa parçasıydı. Zaten Discovery’deki Ayı Grylls de böyle yapıyor, geceyi asla açıkta geçirmiyordu...
Not: BirGün okurlarına bayram hediyesi olan yazım pazar ekinde...