Tarihçi Lucien Febvre, Fransızca çalışmak (travailler) kelimesinin, Latince tripaliare’den (üç çatallı palium, yani tripalium ile işkence yapmaktan) geldiğini söyler…

Yazdıklarına ve verdiği örneklere bakılırsa, kelime 17. yüzyıl Fransa’sında “hâlâ sıkıntı, bıkkınlık, bitkinlik, acı çekme ve aynı zamanda aşağılanma anlamlarını içermeyi sürdürmüş...”

Bu biraz da münzevi, çileci Hıristiyanların dünya işlerini önemsemeyen tembelliklerinin Fransız diline yansımasıymış ki, izleyen yüzyıllarda bu yansıma, yerini kavramın başka ve yeni gerçekliklere uyarlanmasına bırakmış.

Günümüz insanının çalışmakla mutlu olunabileceğine değilse de mutluluk içinde çalışılabileceğine duyduğu inanç ya da umudun, geçmişin çalışmaktan gocunmayan istisnaî öncülerinin açtığı yolda, esas olarak son iki yüzyılda şekillendiğini biliyoruz…

Çalışan yığınların emeklerine sahip çıkmaları…

Burjuvaziyle, sekiz saatlik iş günü için, kreş için, sosyal güvenlik için, iş güvenliği için iki yüz yıllık bir kavgaya tutuşmaları...

Çalışmanın artı değer yaratan bir şey olarak cisimleştiği fikri…

Daha âdil bir dünya fikri, sosyal adalet ve sosyalizm fikri…

Bütün bunların, yalnızca tembel ruhanîlerin pabuçlarının dama atılması anlamına geldiğini söylemekle herhalde yetinemeyiz…

Epey uzun bir süredir yeni ve deyim yerindeyse en azından daha kutsal bir hakkın zuhur etmiş olduğunu da söylemeliyiz…

Daha az çalışma…

Daha çok boş zaman…

Tembellik hakkı…

Öte yandan, kapitalizmin seksenlerden sonraki yeni yüzü, bu hakların, geçmiş kavgaların kazanımlarıyla garanti altına alınmış olmadığını kanıtlıyor…

Sendikasız bir iş dünyası yaratılıyor…

Sekiz saatlik iş günü hayal oluyor…

Gelir dağılımındaki adaletsizlik ürkütücü hale geliyor…

Bu yüzden kavga bitmeyecek. Bitmiyor.

Kavga her gün yeniden başlıyor…

Kapitalizm, karşısına çıkan, yolunun üstünde duran hak taleplerini teknolojik atılımlarla çözmeye çalışıyor…

Ama aynı zamanda, savaşın ve istikrarsızlığın yaratıcısı bir sistem olarak adalet sorununu derinleştiriyor.

Yarının öngörülemez bir şey olduğuna ilişkin inancı çalışan bireyin zihnine kazıyor. Çalışan birey için tarihî bir açılım olan tembellik hakkını tüketme hakkıyla ikame ediyor.

Türkiye, bu yeni tarz modernleşmenin vahşi bir karikatürü…

Bu ülkede, çalışanlar için iş yaşamı, on yedinci yüzyılın ve öncesinin tripaliare’sine, işkencesine dönüştü…

Yarını artık öngörebiliyoruz…

İş kazaları 2015’te de devam edecek…

İstikrarsızlık derinleşecek…

Daha çok basın çalışanı işten atılacak, içeri tıkılacak… Plazalarda, atölyelerde çalışanlar gece ondan önce evlerine dönemeyecekler…

Bu yetmeyecek…

Hafta sonları da çalışacaklar…

Bu da yetmeyecek…

Herkes eve iş getirecek…

Kapitalizm büyük sermayenin ütopyasıdır…

Sırtlanların ütopyasıdır.

Anadolu sırtlanlarının da ütopyasıdır.