İş olma Reis!

Tarlabaşı’nda aynı sokakta iki duvar yazısı: ‘Yaşam ağır’, ‘Hayat güzel be ya’. Ne yerde ne gökteyiz, ruhumuz barfiks çekiyor.

“Yaşayıp gidiyoruz işte” değil Tarlabaşı’ndaki hayat. Tarlabaşı’nda ölmemeyi başaranlar yaşıyor. Köyü yakılıp İstanbul’a gelenler, savaştan kaçan Afrikalılar, son dönemde Suriyeli mülteciler için bir yaşama alanı oldu bu semt. Tarlabaşı tüm dünyanın ilkyardım çadırı, sığınma evi gibi. Ve savaşta dahi, hastaneye saldırılmaz.

Buradan 6-7 Eylül’ün ardından evini terk etmek zorunda bırakılanlar geçti. Yaşam alanından sürülen Çingeneler geçti. Zorunlu göçle gelip burada da kentsel dönüşüm adı altında yerinden edilenler geçti. Mülteciler geçiyor. Gidenler ahlarını da bırakarak gidiyor. Ve şimdi Tarlabaşı’ndan geçenlerin muhite sinmiş ruhuyla bir ah etsek karşıki plazalar yıkılır.

Tarlabaşı’nda komşuluk ilişkileri çay-kahve ikram etmekle değil, komşunun hayatını idame edebilmesine yardım etmek üzerine dönüyor. Mahallenin nispeten eskileri, kapının önüne atılmış bir bilgisayarı önce Suriyelilere ikram ediyor mesela; “Lan Suri… Gel bak…” Bilgisayar kasasının arka kapağını, üç gün sonra mahalleli çocuklardan biri evcilik oynarken tepsi niyetine kullanıyor. Bilgisayarın içindekiler: Hard disk, hoparlör vb muhtemelen bir gün önce bir evin sofrasını donatmasını sağlamıştı. Ne diyorduk, donatılar…

“Oralara gezmeye gidebiliyor muydunuz?” diye soruyorlar şimdi. Oradakileri terlikleriyle plazalarınıza, AVM’lerinize alıyor muydunuz?

Sulukule’den çoğu müzisyen olan halk gönderilip oralar kanunsuzca villlalaştırıldıktan sonra, Sulukule Sanat Akademisi açıldı! Ayıp ulan, sürgün ettiğiniz mahalleli sizin vitrin süsünüz mü?
AVM’lerde, kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerin sahiplerine yer ayırma zorunluluğu geliyor. Mesela? Kalaycılık, sepetçilik, nalbantlık? AVM’lerdeki atlıkarıncalara nal mı taktıracaksınız? İnsanların evini, dükkânını, ekmeğini elinden alıp AVM yap, sonra “sana bodrum katta yer ayırdık” diye sus payı vermeye kalk. Hangi ev sahibi hırsızın yanına besleme girmek ister?

Ağır Roman’da şöyle bir diyalog var:
- İş olma Reis, dalgana bak!
- Ben dalgama bakarım da, sen bizim denize taş atmışsın, deniz, bulanmış…

Biz dalgamıza bakıcaz da… Bizim denize taş atmakla yetinmediler, önce kum çektiler. Şimdi denizi doldurmaya kalkıyorlar.

Geçen hafta, Tarlabaşı’nda kentsel dönüşüm üzerine iki haber okuduk. İlki; Tarlabaşı Yenileme Projesi’nde ‘kamulaştırma hukuka uygundur’ kararını bozan idare mahkemesine karşı düzeltme talebi açan Beyoğlu Belediyesi’nin istemini Danıştay reddetti.

Bir iki gün sonra Beyoğlu Belediyesi’nden açıklama geldi: “Tarlabaşı Yenileme Projesi’nde çalışmalar hukuki herhangi bir engel ve duraksama olmaksızın hızla devam etmektedir.”

Birkaç gün sonra Ahmet Misbah Demircan çıktı meydane: “Tarlabaşı projesi gerçekten tarihi koruma amaçlı yapılan bir iştir. Bu projeyi önemli kılan, en önemli katma değer ise binaların altına yapılan katlı otoparktır.”

Tarlabaşı’nda panoların örttüğü ara sokaklarda gezerken, duvarı yıkılmış iskeletten ibaret binalar görüyoruz. Kiminin sadece tarihi oymalı ön cephesi muhafaza edilerek devamına yeni bina yapıyorlar. Piano Piano Bacaksız filminde, eskittikleri paraları antika altın para gibi gösterip satmak için hane halkından birinin altın dişini paralardan birinin üstüne çakıyorlardı. Misbahın’ki de o hesap. Altın diş çakarak tarihi doku görünümü vermek.

Isabel Fonseca; ‘Beni Ayakta Gömün, Çingeneler ve Yolculukları’ kitabında (Ayrıntı Yayınları) şöyle diyor: “Romanca genellikle iletişim kurmaktan çok duyguları anlatan bir dil… Roman dilinde az sayıda sözcük vardır, bu kısıtlılık da Roman dilini konuşanları becerikli olmaya zorlar. Örneğin, depremi şöyle tanımlarlar: Dünya dans etti… Bu yoğurdu eşeğin kıçına sürsen at gibi koşardı: Ekşi.”

Kentsel dönüşümü nasıl tanımlarlardı acaba?

Bir alternatif; Sulukuleli rap grubu Tahribad- ı İsyan’dan:
Adını koydunuz kentsel dönüşüm
Bu aslında bu kentin çöküşü
Beş senedir önümde semtimin ölüsü
Hadi seviyemize çıkın ve bizimle dövüşün
Parası olanı çıkarmak kolay
Fakir için n’aptınız esas bu olay