Ben 11 yıllık İstanbul maceramın ardından ardıma baka baka İstanbul’dan Ankara’ya dönmek durumunda kaldım. Artık ne İstanbul medyasından teklif bekleyecek halim ne de Bizans’ın ayak oyunlarına direnecek mecalim kalmıştı. Bildiğin anne babamın yanına, doğup büyüdüğüm şehre Ankara’ya sığındım. Hani soruyorlar ya kimin hayatına karışmışız? Yok haşa, kimsenin hayatına karıştıkları yok! Yeni Türkiye’ye uyum sorunu yaşayan yetişkinleri cezalandırıyorlar yalnızca. Sesini fazla çıkaranı işiyle, özgürlüğüyle, itibarıyla sınıyorlar; Bildiği gibi yaşamaya devam etmek isteyeni bir güzel dövüyorlar.

Kelime oyunu yapmıyorum bildiğin dövüyorlar. Bu hafta ‘bu mahallede öpüşülmez’ diye dayak attıkları kadınla adamı ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmakla’ suçladılar mesela. Haber bültenine bulunmaz malzeme oldu bu mahalle dayağı. Muhabir, darp edilen kadına ‘İyi de neden kocanızı herkesin içinde öptünüz siz de?’ diye sordu. Aynı kadın kocası tarafından sokak ortasında bıçaklansa karı koca arasına girmezdi oysa ne o muhabir ne de o tayfa ! Bir başka mahallede bir genç adamı kolunda dövme var diye üç yerinden bıçakladılar. Bıçaklanan adamın ardından ‘Tuhaf tuhaf boyamasaymış o da her yerini, abdestsiz zındık’ dediler.

Çarşaflı bir bacı, Anıtkabir’de ülkenin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret edip video çekti, yayımladı, belli ki halkı böyle kışkırtmanın cezasız kalacağına inanıyor ve güveniyordu. Böylesi haberlere temkinli yaklaşırım hep, toplumu germek ve sinir uçlarına şu ya da bu sebeple dokunmak isteyenlerin oyunu olabilir derim ama hal o hal değil artık. Sinir uçlarında tepinen tepinene.

En kötüsü de ‘sinirlerim artık daha fazla dayanmıyor’ deyip doğup büyüdüğü topraklarla tüm bağını koparmayı göze alan dostların sayısı günden güne artıyor. İyi de biz geride kalanlar ne yapacağız? Muhalefetin yeni bir strateji belirlenmesini beklerken mi nihayete erecek hayatlarımız? Muhalefet derken? Tamam tamam demedim, sustum. Bedel ödemeyi göze alıp haykıran cesur bireylerdir artık hem ana hem baba muhalefet. Son yıllarda duyduğum en sağlam sistem eleştirisi, şarkı yapıp söyleyen Angara bebesi Ezhel’indir mesela. Şu sözleri hiçbir muhalif siyasetçi bu kadar doğrudan söylemedi:

Tüm şehir bir pavyon ve bizim paramız yok…

Hep size, hep size lan, biz de isteriz bi’ şey

Gençlerim işsiz de patronlar sizken s… işi !

Hiç emek vermeden çıkarlar ortak!

Sen zannediyo’ken çıkarlar ortak

Sonunda seni de tokatlar sokak!

Çok iyi bildiğim sokakların, Altındağ’ın, Çinçin’in, Ulus’un,Yenidoğan’ın, Demet’in sesi Ezhel. Şehrin hem sesi hem de kokusu var şarkılarında. Şehir ne kokacak? İs, pas, kir, kömür, plastik, çöplük, lastik, egzoz ve esrar! Ezhel’i bu kokuyu anlatıyor diye uyuşturucu kullanımını özendirmekten tutukladılar biliyorsunuz ya da biliyor musunuz? ‘Şarkılar tutuklanamaz’ diyenlerin sesi gür çıkmasa hâlâ içerideydi belki, hakkındaki tüm suçlamalardan beraat etti, salıverildi.

Şarkıları salmıyor beni bu ara. Ankara’ya döndüğümden beri Ezhel dinliyorum. ‘Yarınımız yok’ diye haykırırken buluyorum bazen kendimi bazen de ‘çıkak da gezek bu şehri bir görek akşam.

Işıl ışıl her yer pavyon gibi mor. N’ettin Gökçek başgan?’ sözlerini tam bir Angara bebesi gibi mırıldanıyorum. Naif filan değilim artık, içimdeki beyefendiyi İstanbul’a gömdüm de geldim. Birikiyor şimdi biriken içimde, içimizde, öfkemizde, tepkimizde, hakkımızın yenilmişliğinde, yüzüstü bırakılmışlığımızda, yapayalnız mücadelelerde, harcanıp giden hayatımızın iplerini kendi güçlü ellerimize alma arzusu birikiyor. Biriksin. Tokat ata ata sertleştiriyor sokak. Niye biz Hazreti İsa mıyız?

Neden tokat yedikçe diğer yanağımızı dönelim? Nefret ettiğimiz şeye dönüşmeyelim elbette ama en azından bazı anlarda yan yana durmayı becerelim ve kimsenin tek başına semtin sahibi olamayacağını bildirelim.

Hem ne diyor Ezhel? Elimde hiçbir şey yok çünkü hiçbir şey var. Karanlıklardan doğar aydınlıklar…