İşçilerin can alıcı sorunlarının kaynağında işverenlerin denetlenmemesi yatıyor. İş Hukukçusu Murat Özveri ve Çalışma Yaşamı Uzmanı Hüseyin İrfan Fırat’a göre konunun çözümü sendikalara denetim yetkisi verilmesi, OSGB’lerin kapatılması ve kamusal denetimin güçlendirilmesinde yatıyor

İş yükü çok denetim az: Her şey sermaye için

Rıfat KIRCI

İşçi sınıfı güvencesizleşiyor, emeğinin değeri giderek düşüyor, katliam boyutuna varan iş cinayeti haberleri arasından ölümle burun buruna çalışıyor. Salgın sürecinde durum iyice vahim bir hal alırken geriye dönüp bakacak olduğumuzda aklımıza Hendek faciası, sendikalı işçilerin Kod-29’la işten atılması, Dardanel fabrikasında işçilerin yurtlara kapatılarak koronavirüs vakaları görülse dahi çalışmaya zorlanmaları ve daha nice felaket aklımıza hemen geliyor. Sorunların devam etmesindeki temel nokta ise denetimsizlik. Daha düşük işgücü maliyeti daha yüksek kâr politikaları zaman içinde nasıl işledi, ne noktaya geldi, denetim nasıl sağlanır? Çalışma Yaşamı Uzmanı Hüseyin İrfan Fırat ve İş Hukukçusu Murat Özveri ile konuştuk.

Murat Özveri denetimi iç denetim ve dış denetim şeklinde sınıflandırıyor. Dış denetim kamusal denetim anlamına geliyor. Özveriye göre denetimsizliğin adım adım günümüzdeki boyutuna gelmesindeki dönüm noktası Kenan Evren’in cunta dönemi ardından başbakan seçilen Turgut Özal.

DENETİM YAPILMADAN İŞYERİ RUHSATI VERİLİYOR

Özveri bu süreci şöyle anlatıyor: “Özal, girişimcilerin önündeki bürokratik engelleri ortadan kaldıracağız diye düzenlemeler yaptı. Eskiden bir işyeri daha ruhsatlandırma aşamasında, iş müfettişi gitmeden ruhsat alamıyordu. Beyan üzerine geçici ruhsatlandırma yapılıyordu, sonra buraya iş müfettişleri gidip denetliyordu, bu aşamaya deneme üretim deniyordu. Gerçekten işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmışsa ruhsatlandırma aşamasına geçiliyordu. Bürokratik engelleri ortadan kaldırmak adı altında işverenin beyanı yeterli görüldü. Şimdi işyeri kurulduktan 3 ay sonra iş müfettişi denetlemese bile bu otomatik olarak gerçek ruhsata dönüşüyor.”

MÜFETTİŞLERİN İŞ YÜKÜ ÇOK SAYILARI AZ

is-yuku-cok-denetim-az-her-sey-sermaye-icin-865674-1. Günümüzde iş müfettişlerinin üzerindeki yükün çok fazla olduğunu aktaran Özveri iş müfettişi sayısının da azlığına dikkat çekiyor. Özveri şöyle diyor: “Geçmişte Çalışma Bölge Müdürlükleri vardı. Buralar bir gazete haberini ihbar kabul edip işyerine müfettiş gönderebiliyordu. Benim biraz eski bir araştırmam var. 2015 yılı bakanlık verilerinden hareketle yapmış olduğum bir araştırmaydı. Türkiye’deki işyeri ve müfettiş sayısıyla ortalama denetim süresini 4 gün olarak aldığımızda, 1 iş yerine 25 yılda 1 müfettiş düşüyordu. Denetlenebilen iş yeri sayısı da 2015 yılında yüzde 1.2 sadece. Bu rakamın çok da değiştiğini düşünmüyorum. Denetimsizlik işin bir boyutu, diğer boyut ise iş müfettişlerinin denetimi sonunda işverenin işyerindeki hukuka aykırı durumları gidermemekte direnmesi. İşveren müfettişin söylediklerini yaptığı zaman ortaya çıkacak maliyet ile yapmadığı zaman ödeyeceği cezaları mukayese ediyor, dolayısıyla yaptırımlar daha düşük olduğu için cezaları ödemeyi seçiyor.”

İş müfettişlerinin üzerindeki iş yüküne değinen Özveri bunu şu şekilde anlatıyor: “İşyeri sayısı arttı. Buna paralel şekilde müfettiş sayısı artmadı. Bu niceliksel bir sorun. Müfettiş sayısı devlet sırlarından biri. Yıllar içerisinde ne kadar müfettiş istihdam ettiğine bile özel ilişkiler üzerinden bilgilerin paylaşılmaması şartıyla erişiliyor. Yani en fazla bin müfettiş olsun, bu sayıyla denetim yapılmaya çalışılıyor. Ayrıca müfettişlerin üstlenmiş oldukları göreve bakarsanız, o kadar çok görev yüklenmiş ki bunların altından kalkmaları için Süpermen olmaları lazım. Dolayısıyla müfettiş asıl odaklanması gereken yere bakamıyor.”

İÇ DENETİM MEKANİZMALARI GÜÇLENDİRİLMELİ

Murat Özveri’ye göre sorun sadece iş müfettişlerinin yetersizliğinden kaynaklanmıyor. Denetimi artırmak için iç denetim mekanizmlarını da güçlendirmek gerekli. Bu iç denetim mekanizmaları işçiler, sendika, işçi temsilciliği ve işçi konseyliği, işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarından oluşuyor. Özveri bunu şöyle açıklıyor: “Her gün bir iş yerine müfettiş göndererek her anı denetleyemezsiniz. Periyodik denetlemeler yapılır, askeri kıtaların denetlenmesi gibi üç aşağı beş yukarı da o işveren denetime uygun şekli bir işyeri organizasyonu yaratarak denetimi etkisizleştirebilir. İşveren kamusal denetimi etkisizleştirmenin onlarca yolunu bulur. O yüzden denetim her gün sağlanabilmesi için dışsal denetim mekanizmalarından çok içsel denetim mekanizmalarını güçlendirmek lazım. Türkiye’deki temel eksiklik bu. Bu da işyerlerindeki yatay örgütlenmeler, işçi temsilciliği, işçi konseyliğidir. Mutlak anlamda iş güvencesine sahip, işverenin işten çıkarma yetkisinin olmadığı çıkarsa dahi çalışıyormuş gibi tüm özlük haklarını vermek zorunda kaldığı, gizli oy açık sayım esasına göre işçiler tarafından seçilen işçi temsilciliği, işçi konseyleri her işyeri için zorunlu hale getirilmeli ki asıl günlük denetim oradan başlamalı.”

OSGB’LER DERHAL KAPATILMALI

İşyeri güvenliği ve işyeri hekimliği açısından Murat Özveri Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri (OSGB) kapatılması gerektiğini belirtiyor. Özveri şöyle diyor: “Diğer bir denetim ise iş güvenliği uzmanları. İşveren, ücretini ödemeyi göze aldığı her iş güvenliği uzmanını işten çıkarabilir. Öte yandan bu alanın OSGB’lere açılıp taşere edilmiş olması müthiş büyük bir sorun. Siz ekonomik bir işletme kuracaksınız, adına OSGB diyeceksiniz, bu OSGB gidecek iş yerlerini denetleyecek, denetim karşılığında denetleme ve iş organizasyonu yapacak. Dolayısıyla ne kadar az denetleme yaparsa o kadar çok müşteri portföyü olacak. Denetim yapılmış, organizasyon varmış gibi en az maliyetli iş organizasyonu yapan OSGB işveren tarafından en çok tutulan olacaktır. Böyle bir hizmetin piyasaya açılması üretim açısından çok çok daha vahim bir sorundur. OSGB’ler kapatılmalıdır.

Türkiye’de işyeri hekimleri tabip odaları tarafından görevlendirilirken ciddi bir güvenceleri vardı. İşverenin her hekimle değil tabip odasının görevlendirdiği hekimle sözleşme yapması gerekiyordu. Tabip odasının sözleşmesi bağlayıcıydı. Dolayısıyla dünyanın her yerinde bu tür denetimleri yapanlar bağımsız kuruluşlar içerisinden seçilmiştir. Hem ücretleri hem de işleri güvence altına alınmıştır. İşyeri hekimlerini ve iş güvenliği uzmanlarını da güvence altına alacak denetim mekanizmaları kurmaları gerekiyor.

Bir diğeri ise sendikalara ya da sendikaların görevlendirdiği uzmanlara en azından işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından fabrikalara girip denetim yapma yetkisi verilebilir. Amerika’da bu uzmanların fabrikalara alınmaması federal bir suç ve para cezasına dahi çevrilmiyor. İşyerleri denetlenecekse her gün bu denetimi yapacak olan başta işçinin iş güvenliği sağlanmalı.”

Özveri’ye göre asıl sorunlardan bir diğeri ise taşeronlaşma. Büyük kurumsal firmaların etrafından kurulan taşeron firmalar emeği ucuzlaştırarak kâr etmeye çalışıyor. Örneğin bir araba fabrikasına kapı kolu üretmek için ihale almaya çalışan firma kendisiyle rekabet edecek onlarca başka firma olduğu için en düşük fiyatı vermeye çalışıyor. Fiyatı düşürdükçe de emeği ucuzlaştırıyor. Kendisne verilen sürede verilen miktarda ürünü yetiştirmek isteyen taşeron firma işçileri yasal sınırın üzerinde, ek ücret ödemeden çalıştırıyor. Kârını da buralardan çıkarıyor. Özveri taşeronda bir taban fiyat ve süre kısıtı uygulaması olması gerektiğini vurguluyor. Büyük firmalar taşeron firmalardan kısa sürede daha ucuza daha çok ürün istememeli ki işçiler de yasal sınır üzerinden, iş güvenliği olmadan, düşük maliyetlerle çalıştırılmasın.

SENDİKALARA DENETLEME YETKİSİ VERİLMELİ

Özveri denetim mekanizmalarının nasıl olması gerektiğini ise şöyle sıralayarak sözlerini sonlandırıyor:

Kamusal denetimden vazgeçilemez. Bu denetim yapılabilir olması dahi büyük baskıdır. Burada idari birimler güçlendirilir, müfettiş sayısı artırılır, kamusal denetimin periyodu artırılır. Kamusal denetim yapılmadan işyeri ruhsatı almanın önüne geçilir, müfettişlerin kendi özlük hakları iyileştirilir, mesleki güvence altına alınır.

İşyerinde içsel denetim mekanizmaları güçlendirilmeli. Bunun birinci halkası işçi. İşçiye iş güvencesi verirsen o da haklarını daha talep edebilir hale gelir. Yatay örgütlenme dediğimiz işçi temsilciliği, işçi konseyliği de güvenceli işçiler tarafından seçilmeli. Sendikalara en azından işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından denetim yetkisi verilmeli.

İş güvenliği uzmanlarına ve işyeri hekimlerine güvence verilip işverenden bağımsızlaştırılmalı. OSGB’ler kapatılmalı.

Sendikalara ve sendika uzmanlarına en azından işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından denetleme yetkisi verilmeli. Buna karşı duran işverene de etkili bir cezai yaptırım uygulanmalı.

Kurumsal diyerek kurumsal sıfatı üzerinden kendini meşrulaştıran, asıl yangını yaratan, emeğin yağmasına yönelik organize ve sanayi bölgelerinde vahşet yaratan firmalara yönelik üretimin esnekleştirilmesi adı altında zaman kısıtı açısından sınırlamalar getirilmeli, ücretler açısından taban fiyat getirilmeli, orada yasaları uygulamayacak kadar ileri giden rekabet engellenmelidir.

BAKANLIK DAHİ KAPATILDI, İŞÇİNİN GÜVENCESİ KALMADI

is-yuku-cok-denetim-az-her-sey-sermaye-icin-865675-1.Hüseyin İrfan Fırat da kamusal denetimin zamanla nasıl etkisizleştirildiğine yönelik çarpıcı örnekler veriyor. Çalışma yaşamında denetim etkisizleştirilmesiyle ilgili tahribatın bakanlıklara kadar uzandığını aktaran Fırat süreci şöyle anlatıyor: “Ülkemizde çalışma hayatının denetimi eski adıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın sorumluluğunda iken bakanlığın önce adı değiştirildi. Bilindiği üzere bakanlık Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı adını aldı. Düşünsenize Sosyal Güvenliğin artık adı bile yok.”

Fırat bakanlık denetimlerinin yıllar içerisinde sistematik şekilde azaldığına dikkat çekiyor. Denetimsizliğin en çarpıcı şekilde görüldüğü alanlardan birinin de işçi sağlığı ve iş güvenliği olduğunu belirten Fırat OSGB’leri hatırlatarak şöyle diyor: “Bu mevzuatın da önce adı değişti. İş sağlığı ve Güvenliği oldu. Ardından da 6331 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenerek daha önce ağırlıklı olarak Bakanlık iş müfettişlerinin denetiminde olan işçi sağlığı ve iş güvenliği, işverenlerin emrinde olan uzmanlara ve özel kuruluşlar olan OSGB’lere yani piyasaya verildi. Sonuç ülkemiz hâlâ iş cinayetlerinde Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü. Konunun diğer boyutuna bakacak olursak tıpkı işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında olduğu gibi çalışma hayatında ve işçi işveren ilişkilerinde devlet denetiminin yıllar içerisinde azaltılarak ortadan kaldırıldığını görürüz. Bakanlık müfettişlerinin işyerlerini denetleyerek işletme belgesi denilen belgenin verilmediği, işyerlerinin faaliyete geçemeyeceği, fazla mesainin dahi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı bölge müdürlüklerinin iznine bağlı olduğu, işçi şikâyetlerinin bakanlığa bağlı bölge müdürlüklerine yapıldığı ve müfettişlerin bu şikâyetleri soruşturarak işverenlere görüş bildirdikleri, usulsüzlük varsa idari para cezalarının uygulandığı günlerden bu günlere geldik.”

İŞÇİYE KENDİNİ SAVUNMA HAKKI TANINMALI

Hüseyin İrfan Fırat işçilerin güvencesizleşmesinin en somut örneklerinden Kod-29’a da değinerek şunarı söylüyor: “İŞKUR il müdürlükleri ile bölge müdürlükleri birleşince bölgeler kaldırıldı ve hizmetler bir süre İŞKUR tarafından yürütüldü. Arabuluculuk kanuni düzenlemesi yapıldıktan sonra ise bakanlık tamamen devreden çıktı ve konu arabulucu müessesesine geçti. İşte bu yüzden şimdi İş Kanunu 25/2 (Kod-29) işten çıkarılan bir işçi artık önce ücret ödeyeceği bir arabulucuya gitmek zorunda, buradan sonuç alamazsa iş mahkemesinde dava açacak. Dava süreçlerinin özellikle kalabalık illerde iki yıldan aşağı sürmediği, istinaf, temyiz gibi aşamaların da olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda bu süreçte işsizlik ödeneğinden de yararlanamayacak olan işçinin Kod-29 isyanını gerçekten anlamak mümkün. Ancak burada asıl sorunun Kod-29 ile simgesel bir hal alan ve günah keçisi haline dönüşen SGK ile bir ilgisi olmadığı gerçeğine de vurgu yapmalıyız. Çünkü konu tamamen iş kanunu ve işverenlere tazminatsız işten çıkarma hakkı veren 25/2. Madde ile alakalıdır. Bu yasa maddesinde işçiye öncelikle kendisine isnat edilen suçlamalara karşı şimdi var olmayan kendini savunma hakkı tanınmalıdır. Daha sonra da bu madde ile yapılan fesihlerin bakanlık müfettişleri ve/veya denetmenlerce ön denetime tabi tutulması gerekmektedir.”