Bursa’da Renault ve TOFAŞ fabrikalarında başlayan, sonra otomotiv sektöründeki diğer fabrikalara uzanan ve 10 binden fazla işçiyi kapsayan direnişin işverenlerden önce hükümette kaygı uyandırdığı görülüyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, işçilerin başlattığı eylemi zamanlaması açısından “manidar” bulduğunu söylerken, “ ideolojik-siyasal boyutu” olabileceğinden de kuşku duymakta! Buna karşı, kimileri de savunma güdüsüyle, “ne ideolojisi, ne siyaseti! İşçinin tek derdi var; o da geçim sıkıntısı” demekte.

Çok şaşırtıcı değil. Türkiye’de işçilere ve sendikalara yaklaşımın, hep onları ideolojiden, siyasetten uzak tutmak olarak şekillendiği biliniyor. Ancak asıl marifet, 1980 sonrasına ait... 1980 sonrasında liberal ideolojinin egemenliğinde öyle bir anlam dünyası kurulmuştur ki, sanki liberalizm bir ideoloji değilmiş gibi, sanki günümüzdeki yaklaşım ve politikalarının ideolojik anlamı yokmuş gibi bir yutturmacayı gerçeğe dönüştürmek için çabalamakta! Liberalizm, artık ideolojiden “global gerçekliğe” yükselmiştir; ideoloji sözcüğü ise, artık bu egemenliğe karşı olan, bu nedenle “sakıncalı” bulunan sol ideolojileri anlatır olmuştur! Bu anlam dünyasında, emeğe de, aynı gemideyiz” şarkıları eşliğinde emek-sermaye çatışmasını ve emeğin istemlerinin ideolojik-siyasal yanını yok sayan bir anlayış, bir “liberal uzlaşma” empoze edilmesi için elden gelen yapılmakta.
Öyle olunca da, bu dünyada sermayeden, karlardan, yatırım teşviklerinden filan söz etmek ”ideolojik “ olmaz; ama emekten, sınıftan, sınıf siyasetinden söz ettiniz mi, “ideoloji” kapanına kısılmış olursunuz ki, Maazallah!!! Zaten duyan, aldıran pek yoktur ama duyanlar için de, egemen ideolojiyi ve yarattığı gerçekliği anlayamayan biri olarak “çağdışı” olmaktan öte gitmek zordur, Kuşatı! sol düşünceyi, “acısız Adana” gibi “acısız sol” haline getirmek için de, her tür ödül ve sopa hazırdadır!

Egemen ideolojinin işini kolaylaştıran koşullar da vardır tabii. Bir yanda “kültürelcilik” akımı ile sermaye-emek çatışması gözlerden uzaklaştırılmış; öte yanda, emeği, örgütlü-örgütsüz, formel-enformel, beyaz yakalı-mavi yakalı, daimi-geçici, işli-işsiz diye bölünmüştür. “Gemisini kurtaran kaptan” anlayışı dayanışma adına ne varsa çöpe atarken, küresel gerçeklik tüm gazabıyla ulus devletin sosyal boyutları üzerine çökmüştür!

Öyle olunca da, birileri çıkıp, “işçi direnişinin ideolojik ve siyaset boyut taşıdığı” gibi bir kuşkusu olduğundan söz edebilir! Nasılsa, hiç kimse çıkıp, “sermaye-emek çatışması ve bu çatışmanın ana ekseni olarak işçi ücretleri, doğası gereği ideolojik ve siyasal bir meseledir” demez! “Üretilen artı değerin sermaye-emek arasındaki bölüşümüne dair bir konu, nasıl ideolojik-siyasal bir mesele olmaz” diye sormaz!

Asıl sorun da, emeğin her istemi, her eylemi ideolojik ve siyasalken, onun, kendi istemlerinin ideolojik ve siyasal yanını unutması ve bunları ülkedeki siyasete, siyasal partilere eklemleyememesidir! Bu nedenledir ki, birleri çıkıp, siyaseti emek-sermaye çatışmasının sağ ve sol siyasetin ana ekseni olduğunu unutturmak üzerine kurup siyaset yapar! Bu nedenledir ki, emek, kendinden yana ideolojiyi ve siyaseti kovalamayı bırakıp, adeta, daha az ücret daha fazla kâr diyen liberalizmi savunur hale gelir!

1 Mayıs’ta “Yasaklar, Dayatmalar Arasında Düşünmek” başlığını taşıyan yazımda söylemek istediğim buydu. Düşünmek lazım diyordum: Taşeronlaşma da, iş cinayetine dönüşen iş kazaları da, asgari ücretin geçim ücreti olmaktan uzak kalması da, işsizlik ile işten çıkarılma korkusu da, sarı sendikalar da, ancak emeğin kendi “geçim derdinin” ideolojik ve siyasal bir mesele olduğunu görmesiyle aşılabilir.

Şimdi de, beklenmeyen bu direnişi, arkasındaki haklı nedenleri, sergilenen dayanışmayı anlatmak kadar, düşünmek lazım diyorum! Örneğin düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, sarı sendikalarsa şikayetiniz, bunların yalnız işyerleri, yalnız toplusözleşmelerle halledilemeyecek meseleler olup olmadığı üzerine... Kalıcı bir çözümün ancak emeğin kendi ideolojisine ve siyasetine sahip çıkmaktan geçip geçmeyeceği üzerine... Üretimden gelen gücün işe yaraması için, bu gücün arkasında yer alan ideolojik ve siyasal bilinç gerekip gerekmediği üzerine... Sarı sendikacılığın, yalnız işverenden yana olmakla değil, aynı zamanda emekten yana ideoloji ve siyaseti gözlerden ırak tutmakla eşanlamlı olup olmadığı üzerine... Düşünmek gerekiyor.

Not: Bu konuları düşünmek ve tartışmak üzerine İletişim Yayınları’ndan yeni çıkan ve Aziz Çelik’le birlikte derlediğimiz bir kitap var: “Himmet, Fıtrat, Piyasa: AKP Döneminde Sosyal Politika”