22 Kasım 2016 tarihli son KHK ile şehir içi ulaşıma ve bankacılık sektörüne grev ertelemesi ve onun zorunlu bir sonucu olarak da grev yasağı getirildi. Bu işkollarındaki grev yasağı, Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki bir kararı ile iptal edilmiş olmasına rağmen yeniden yürürlüğe girmiş oldu. Değerli akademisyen arkadaşım Doç. Dr. Aziz Çelik, bu konuyu 28 Kasım 2016 tarihli Birgün gazetesinde detaylı bir biçimde ele aldı.

AKP iktidarı, 12 Eylül askeri cunta döneminde olduğu gibi 1982 Anayasası ile getirilen bu yasağı yeniden yürürlüğe koymuş bulunuyor. Böylece çalışma yaşamında da, askeri cunta dönemine benzer bir emek rejimi hayata geçiriliyor.

Peki bankacılık işkoluna birdenbire neden grev yasağı getirildi? Türkiye ekonomisinin önümüzdeki süreçte çok ciddi bir krizle karşı karşıya kalması bekleniyor. Sadece bu bir yıl içerisinde 200 milyar dolar dış borç ödenecek. Bu borcun büyük bir bölümü de özel sektöre ait bulunuyor. Borç yükümlülüğünü üstlenen bankaların da büyük bir zorluk yaşaması muhtemel gözüküyor.

Bu süreçte bankacılık sektöründe ciddi bir işten çıkarma olayının yaşanacağı öngörülüyor. Sektörde de bu yönde hazırlık yapılıyor. Bankacılık sektöründeki böyle bir işçi kıyımına karşı da tepkileri önlemek adına grev yasağı devreye sokuluyor. Yani, grev yasaklarını ekonomik kriz bağlamında değerlendirmek gerekir. Aslında her iki işkolundaki grev yasağı, OHAL gerekçesine uygun olmadığı halde kararnameye konmuş durumda.

Ekonomik kriz bahanesiylebir yandan işten çıkarmalar artarken diğer yandan da işsizlik fonundaki paraya el konması, daha doğrusu bu fonun sermayenin çıkarları doğrultusunda yağmalanması gündeme gelebilir.

Keza bu süreçte kıdem tazminatı meselesinin de yine sermayenin çıkarları doğrultusunda halledilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir konudur. Kıdem tazminatının ya TİSK’in talebi doğrultusunda 15 güne indirilmesi ya da bireysel hesaba dayanan bir fona devredilmesi iki ciddi seçenektir. İşverenler, böyle bir kriz sürecinde işten çıkarmayı kolaylaştıracak ve kıdem tazminatı ödemesinden kaçınacak düzenlemeleri talep edeceklerdir.

1 Ocak 2017 tarihinden itibaren de Bireysel Emeklilik Sistemi’nin (BES) yürürlüğe gireceği dikkate alındığında kıdem tazminatının bu yolla da belli bir süreç içinde tasfiyesine olanak sağlanabilir. Bu uygulamaların grev yasaklarında olduğu gibi OHAL gerekçesiyle hiç ilgisi bulunmadığı halde bir kararname ile gündeme getirilmesi pekala mümkündür. Ayrıca memurların iş güvencesinin tasfiyesi de yine hükümetin gündemindedir.

Görüldüğü emek kesimini, işçi sınıfını ve sendikaları zor günler beklemektedir. Peki emek kesiminin örgütleri, bu saldırılara hazırlıklı mıdır, nasıl bir önlem almayı düşünmektedirler? Bu soruların yanıtlarına acilen çözüm üretilmelidir…

***

Çocuk işçiliğe komik ceza…

Geçen hafta Okan Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu’nda (MYO) “Çocuk İşçiliği ve Çocuk Emeğinin Sömürüsü” konulu bir panel düzenlendi. Panelin açış konuşmasını yapan MYO Müdürü Yrd. Doç. Dr. Bilgin Orhan Örgün, Adana’daki yurt yangınına değinerek 11 kız çocuğunun ölmesinin bir insanlık suçu olduğunu söyledi. Yrd. Doç. Dr. Örgün, Okan Üniversitesi’nin kısa dönemde çocuk haklarıyla ilgili 5 etkinlik düzenlediğini ve bu panelde de çocuk işçiliğin detaylı bir biçimde ele alınacağını belirtti.

MYO Öğretim Görevlisi Sinan Derman’ın moderatörlüğünde yapılan panele Kartal Hukukçular Derneği Başkanı Av. Gazi Uzun, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Arzu Arslan Ertürk ve aynı fakülteden Araştırma Görevlisi Canan Ünal katıldı.

Yrd. Doç Dr. Arzu Ertürk, çocukların çalışmak zorunda kalmasının temel gerekçesinin yoksulluk olduğunu ifade etti. Arzu Ertürk, çocukların yasal haftalık çalışma süresi olan 45 saatin de üzerinde çalıştırıldıklarını, haftalık izin, yıllık ücretli izin gibi haklarını da büyük ölçüde kullanamadıklarını kaydetti.

Yrd. Doç. Dr. Ertürk, İş Kanunu’na göre bazı istisnaların dışında 15 yaşın altındaki çocukların çalıştırılmasının yasak olmasına rağmen çok daha küçük yaşta çocuk çalıştırıldığını ve özellikle reklam sektöründeki çalışma yaşının 1-2 yaşa kadar indiğini belirtti.

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Canan Ünal da, dünyada 168 milyon çocuğun çalıştığını, bu sayının toplam çocuk nüfusunun yüzde 11’ini oluşturduğunu ifade etti. Canan Ünal, 85 milyon çocuğun da tehlikeli işlerde çalıştırıldığına dikkati çekti. Ünal, Türkiye’de küçük çocuk çalıştırmaya ilişkin idari para cezasının 1.560 TL. olduğunu belirttikten sonra bu yaptırımın etkin bir biçimde uygulanmadığını ve caydırıcı bulunmadığını sözlerine ekledi. Konuşmacılar, zorunlu eğitim yaşının yükseltilmesiyle bir ölçüde çocuk işçiliğin önüne geçilebileceğini savundular.