Milletvekili seçimlerine sadece birkaç gün kaldı. İngiltere tarihinin televizyondan canlı yayımlanan seçim tartışmalarına şahit olduk.

Milletvekili seçimlerine sadece birkaç gün kaldı. İngiltere tarihinin televizyondan canlı yayımlanan seçim tartışmalarına şahit olduk. Oy oranları yerinden oynadı. Ama sanırım bu haftaya mikrofon-gate skandalı damga vurdu. İşçi Partisi ve Brown, Liberal Demokratların başarısından memnun azınlık hükümeti planları yaparken ve seçimcilik oynarken başlarına bir teknoloji kazası geldi. Brown seçim gezisinde Rochdale’de karşılaştığı İşçi Partisi’ni destekleyen bir kadından ‘sabit fikirli, hoşgörüsüz kadın’ şeklinde bahis açınca ve yakasındaki mikrofonu da açık unutunca sanırım seçimi kazanma umutları yerle bir oldu.
Seçim gezisinde Brown’ı durdurup Doğu Avrupa’lı göçmenler sosyal yardım alıyorlar alması gerekenler, ihtiyacı olanlar alamıyorlar diyerek sorgulayan Bayan Duffy sorularına kaçamak yanıtlar aldı. Oradan ayrılmak üzere arabasına binen Gordon ise önce bu felaketti, kim bu kadını karşıma çıkardı, basın bunu malzeme yapacak ve benzeri söylendikten sonra sabit fikirli hoşgörüsüz bir kadın notu ile bitirdi konuşmasını. Belki de bitirmedi ama bunlar, araba uzaklaşırken ve mikrofon hâlâ çekim alanındayken duyulan son sözlerdi. Gordon’un şansına pek çok kanal da bunu yayınlama fırsatı buldu. Brown’ın hatası bununla sınırlı kalmadı. Olayın hemen akabinde katıldığı bir radyo programında bunun sorulması üzerine “ben öyle bir şey demedim” dedi. Sonra, bant kaydı dinletilince özür diledi. Biraz geç oldu tabii.
TEMSİLİYET SORUNU
Partinin halkla ilişkiler uzmanları durumu tamir etmek için ellerinden geleni yapıyorlar ancak ölçülen ilk etkilere göre, İşçi Partisi’ne oy vermeyi düşünenlerin yaklaşık üçte biri bu nedenle oy vermeyebilecekler. Bunun sonucunu 6 Mayıs’tan sonra göreceğiz.
İşçi Partisi’nin artık pek bir silahı kalmadı elinde. Bu skandal ciddi bir temsiliyet sorunu olduğunu da gösterdi. İşçi Partisi kimi temsil edecek ve onlara ne kadar tahammül edebilecek? Politikalarını anlatmak için vakit çok sınırlı. O politikalarla oy almaları biraz zor. Sonuçta Irak ve Afganistan’da hata yaptıklarını kabul etmiyorlar. Ekonomik olarak özetle yeni ve daha ağır vergiler getireceğiz diyorlar. Seçimle gelmemiş bir başbakana (Gordon Brown) memleketi emanet etmiş olmaktan da üzgün değiller. Seçmen de bütün bunlardan sıkılmış durumda.
YA DİĞERLERİ...
Muhafazakârlar ve Liberal Demokratlar da çok cazip şeyler sunmuyorlar. Muhafazakârlar özellikle sosyal devleti sona erdirmek niyetinde. Onların yoksullardan ve dar gelirli çalışanlardan oy alma ihtimalleri ne kadar milliyetçi konuşabileceklerine bağlı. Liberallerin ise alt tabaka kitlelere anlatabilecek çok hikâyeleri yok. Ne o kadar milliyetçi olabilirler ne de işçici. Cazip olan iki önerileri var en alt gelir diliminde olanlardan hiç vergi almamak ve kişisel özgürlüklere getirilen sınırlamaları kaldırmak. Bu üçlüden çıksa çıksa muhafazakâr bir azınlık hükümeti çıkar ya da Liberallerin de içinde olduğu bir koalisyon çıkar gibi görünüyor.
Sosyalistlerin şansı nedir derseniz sıfıra yakın derim. Zaten bilindiği üzere küçük partilerin var olan seçim sistemi içinde meclise girmeleri neredeyse imkânsız.
Bakalım yine de belli olmaz son ana kadar yeni mikrofon skandalları ya da başka kirli çamaşırlar dökülebilir ortaya. Gerçi muhafazakârların büyük orandan kontrol ettiği medyadan dökülse dökülse yine İşçi Partisi ya da Liberal Demokratlar aleyhine skandallar dökülecek. Yine de mikrofon kapalıyken ne konuştuklarını merak ediyorum.
Geri sayım başladı. Son üç günde belki de kim daha çok gizleyebilirse politika önerilerini o kazanacak. Televizyon tartışmalarının etkisini herkes kabul etse de seçim günü sandığa gidenler mutlaka sosyal sağlık hizmetlerine ne olacak, ücretsiz eğitim, sosyal yardımlar ne olacak diye düşünecekler. Bunu düşününce de en son oy verecekleri aday, muhafazakâr Cameron. İtiraf edeyim, içimden geçen sonuç bu.
İyi pazarlar ve bol şanslar.