AKP propagandistleri ve AKP kapısında kişisel ve siyasal ikbal arayışı içinde olan bazı zevat, yapılan düzenlemeleri “grev özgürlüğü geliyor, sendika özgürlüğü genişliyor” diye pazarladılar

İşçiler bu zokayı yutar mı?

ZAFER AYDIN

Kimilerine biraz karikatürize gelebilir, ama AKP’li yıllar “aldatma ve aldatılma” tarihidir. Bir yandan “Allah affetsin, aldatıldık” diye aldatıldığından şikayet eden AKP, öte yandan, Kürtleri, Alevileri, işçileri, velhasıl bütün bir toplumu, “demokrasi”, “özgürlük” ve “barış” üzerinden beklentilere uygun vaatlerle aldatmaya çalışarak bugüne kadar geldi. AKP, elindeki propaganda makinelerini büyük bir maharetle kullanarak, dar bir elitin ekonomik ve siyasal çıkarları uğuna yapılan değişikleri toplumun tamamının yararınaymış gibi göstermeyi başardı. Gerçek amacının üstünü örtüp, gizleyebildi. AKP’nin başka bir amaç taşırken, vitrine yerleştirdiği bazı düzenlemelerle aldatma girişiminden sonuç aldığı kesimlerden biri de işçiler oldu. Bir başka deyişle bu “başarı hikayesinde” işçilerin payına da epeyce şey düştü.

Nedeni, nasılı bir kenara, AKP, 15 yıllık iktidarı döneminde işçileri de epeyce aldattı. AKP işçileri aldatırken, taşerona kadrodan, adil gelir dağılımına, sağlık sisteminde reformdan, iş ve gelir güvencesine sahip olmaya, istihdamın artırılmasına kadar elverişli pek çok “malzemeyi” kullandı. Seçim dönemlerinde çokça dile getirilen bu vaatlerin büyük kısmı seçim sonrasında “gerçekçi değil”, “imkanlar sınırlı”, “ekonomimiz kaldırmaz” gibi gerekçelerle savuşturuldu. “Sosyal güvenlik reformunda” olduğu gibi bazı vaatlerinin gerçekte ne anlama geldiği ise uygulamada kendini gösterdi. Bütün bunların yanında, AKP, işçilere dönük en kritik aldatmayı yine bir referandum öncesinde (2010), “grev ve sendika özgürlüğü” üzerinden yaptı. Grev ve sendika özgürlüğü üzerinden yapılan aldatma, işçi hakları açısından belirleyici bir öneme sahipti. Çünkü işçilerin birlikte kullandıkları, sendikalaşma hakkı, grev hakkı gibi kolektif haklar, bireysel hakları sağlamanın aracı ve güvencesidir. Sendika hakkı ve grev hakkı olmadan, ücret hakkının, iş güvencesinin, güvenceli çalışmanın bir anlamı kalmamaktadır. Dolayısıyla burada yapılan aldatma, bugün emekçilerin yaşadığı pek çok sorunun kaynaklarından birine işaret etmektedir.

Bugün daha önce “Evet” diyen insanların büyük kısmının da hemfikir olduğu üzere, AKP, 12 Eylül 2010’da, Anayasa değişikliklerini referanduma götürürken esas amacı, 12 Eylül’ün ihdas ettiği bürokratik egemenlik aygıtlarından HSYK’yı ele geçirmekti. Esas amaç buyken, paketin içinde koyduğu bazı düzenlemeler ise bu değişikliğe “Evet” dedirtmek üzere birer elma şekeriydi. Elma şekerlerinden biri de 12 Eylül Anayasası'nda yer alan, siyasi amaçlı grev, dayanışma grevi, genel grev, işyeri işgali, işi yavaşlatma gibi eylemleri yasaklayan düzenlemelerin kaldırılmasıydı. Anayasada, grev hakkını toplu iş sözleşmesi uyuşmazlığı sırasında gidilen, ekonomik grev hakkıyla sınırlayan düzenlemeye dokunulmadığı için yukarıda sayılan grev ve eylem türlerini yasaklayan düzenlemenin kalkması işçilere grev özgürlüğü getirmiyordu. Yapılan düzenleme biçimsel, makyaj niteliğinde ve işçileri kandırmaya yönelikti. Nitekim daha sonra sendikalar ve toplu iş sözleşmesi kanunu da bu yönde hükümler içeriyordu. Ha keza pratikte bir anlam kazanmayacak olan iki sendikaya üyelik meselesi de.

AKP propagandistleri ve AKP kapısında kişisel ve siyasal ikbal arayışı içinde olan bazı zevat, yapılan düzenlemeleri “grev özgürlüğü geliyor, sendika özgürlüğü genişliyor” diye pazarladılar. (O dönem “solcu” sıfatıyla pazarlamacılık işini üstlenenlerden biri hizmetlerinin karşılığını Sarayda Hukuk Başdanışmanı olarak aldı. Başdanışman sıfatıyla, “demokrasi ve özgürlük” pazarlama faaliyetlerine devam ediyor. Ona itibar edenlere, parlatanlara da şan olsun! ) İşçilerin yoğun olarak bulunduğu yerlerdeki referandum sonuçları dikkate alındığında bu propagandanın karşılığını aldıkları söylenebilir.

AKP, grev özgürlüğü vaadediyordu, ama istediği sonucu elde ettikten sonra tam tersini yaptı. Grev hakkını daha da daraltan düzenleme ve uygulamalara imza attı. Referandumdan sonra, cam, maden, metal ve son olarak da bankacılık işkolunda grev uygulamalarını ve grev kararlarını erteleme adı altında ortadan kaldırdı. Yaklaşık 39 bin işçiye grev yapma, ücretlerini ve çalışma koşullarını geliştirme hakkını tanımadı. AKP’nin grev hakkına yönelik saldırılarından biri de Anayasa Mahkemesi’nin grev yasaklarının alanını daraltan kararının arkasından dolaşması oldu. Anayasa Mahkemesi, 2014 yılında, bankacılık ve şehir içi ulaşım işyerlerinde yasada var olan grev yasağını iptal etmişti. Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı grev hakkının sınırlarını genişletme anlamı taşıyordu.

AKP, OHAL kapsamında çıkardığı ve 22 Kasım 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 678 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda değişiklik yaptı ve grev yasağını dolaylı olarak geri getirdi. Grev erteleme gerekçelerine “bankacılık sektöründe ekonomik ve finansal istikrarın bozulmasını” da ekledi. Böylece bankacılıkta milli güvenlik ve genel sağlık gibi inandırıcılığı olmayan gerekçelerin yanına “inandırıcı” bir gerekçe daha ilave edilmiş oldu. Sendikalaşma faaliyeti, referandum öncesinde olduğu gibi zor ve baskı ile engellendi. Üstüne Horoz Nakliyat işyerinde örgütlenme hakkını kullanan TÜMTİS Ankara Şubesi yöneticilerinin hapisle cezalandırılması gibi sendikal faaliyet yürütenlere mahpushane yolu da açılmış oldu. Yani işçilerin oy desteğini sağlamak için proganda edilen “grev ve sendika özgürlüğü” istenilen sonuç elde edildikten sonra daha da daraltıldı.

AKP’nin 2010 referandumu öncesindeki temel hareket noktası, elde etmek istediği sonuç ve topluma vaadleri ve daha sonra yaptığı uygulamalar üzerinden yola çıkarsak yarın ne yapmak istediğini ve ne yapacağını daha rahat görebiliyoruz. AKP, 12 Eylül 2010 Referandumunda gücünü artırmak istiyordu. Artırdı ve iktidarını tahkim etti. İşçilerin payına da düşük ücretlerle, güvencesiz çalışma, grev yasakları, cezaevi kapısı, taşeronlaşma, kiralık işçilik ve iş cinayetlerinde ölüm düştü.

Şimdi yönetme gücünü daha da artırmak, her şeyi tek adamın karar ve yürütmesine bırakmak isterken, işçilere doğrudan bir vaatte bulunmuyorlar. Sadece istihdamın artacağını, büyüyen milli gelirden pay alınacağını, propaganda ediyorlar. Ama grev hakkı, sendikalaşma hakkı bu kadar baskı altındayken, neredeyse ortadan kaldırılmışken bu vaat “lütufkâr başkan babanın” eline kalıyor. Dün, grev özgürlüğü geliyor, sendika özgürlüğü genişliyor zokasını yutan işçiler bu kez de istihdam artacak, milli gelirden aldığımız pay yükselecek zokasını yutarlar mı? “Bu başkanlık sisteminin kime ne faydası var?” diye sormadan, yaşanmış tecrübeleri bir kenara bırakıp, haysiyetlerinin çiğnenmesine göz yumup, kıdem tazminatlarını, iş ve gelir güvencelerini, geleceklerini “başkanın” iki dudağının arasına bırakmayı kabul ederler mi? Bence, Hayır!