"Nüfusun çok büyük bir çoğunluğunun kölelik koşullarını sürdürerek Cumhuriyet’i yeniden inşa etmemiz, ayağa kaldırmamız mümkün değildir. Bugün Cumhuriyet önümüzdeki yüz yılda ancak ve ancak Emeğin Türkiye’si olarak var olabilecektir."

İşçiler olmadan cumhuriyet olmaz

ARZU ÇERKEZOĞLU
DİSK Genel Başkanı

Sözlük tanımına baktığımızda cumhuriyet, bir ulusun egemenliği kendi elinde tuttuğu yönetim biçimine denir. Halk, topluluk anlamına gelen “cumhur”dan türetilmiş bir kavramdır. Yani özünde Cumhuriyet halkın egemenliğine işaret eder.

Cumhuriyet ile beraber egemenliğin kaynağı değişir. Egemenlik artık bir hanedan ailesinden gelmez, babadan oğula geçmez. Egemenliğin kaynağı “cumhur” olarak ifade edilen halktır.

Öte yandan özellikle son yarım yüzyılda tüm dünyada halkın geniş kesimlerinin söz ve karar hakkının giderek daha fazla kısıtlandığı, halkın geniş kesimlerinin siyasetten dışlandığı gelişmeleri, örneğin neoliberalizmin tahribatını göz ardı ederek, bu yıkım yok sayılarak insanlığın tarihsel bir kazanımı olan cumhuriyet deneyimlerini geleceğe taşımak da oldukça zordur.

Özellikle nüfusun dörtte üçü ücret gelirleriyle geçinen bugünün Türkiye’sinde işçi sınıfının ‘cumhur’dan dışlanmasına dair her adım, aslında fiilen Cumhuriyet’in ortadan kaldırılmasına yönelik bir hamledir. Nüfusun dörtte üçünün kendi geleceği, ülkenin geleceği, neyi üreteceği, nasıl üreteceği ve nasıl bölüşeceği üzerinde söz ve karar hakkının olmadığı bir düzene her şey denebilir ama maalesef Cumhuriyet denemez. Özellikle son 30-40 yılda, nüfusun hızla işçileştiği koşullarda, hem nicel olarak çoğunluk olan hem de ülkenin tüm değer ve güzelliklerini üreten milyonların söz sahibi olmadığı bir cumhuriyet, ismiyle çelişecektir. Kısacası işçi sınıfı olmadan cumhuriyet olmaz.

Sadece ülkemizde değil, az ya da çok tüm dünyada demokratik kazanımların gerileyerek otoriter, baskıcı, ayrımcı iktidarların yükselişini görüyoruz. Bu yükselişin temelinde, emeğin örgütlenmesinin engellenmesine dayalı politikalar vardır. Her yerde ve her tarihsel dönemde sendikalar başta olmak üzere emeğin örgütlü gücü zayıfladıkça, işçi sınıfının toplumsal ve siyasi gücü geriletildikçe demokrasi de gerilemiştir

Türkiye de yarım asırdır bu politikaların cenderesindedir. 24 Ocak ve 12 Eylül ile başlayan iktisadi açıdan liberal, siyasal açıdan otoriter ve baskıcı rejim giderek kurumsallaştı ve bugünkü rejimin yolu işçi sınıfının örgütlerinin dağıtıldığı, halkın hakkını arayıp soracağı demokratik tüm kanalların ortadan kaldırıldığı darbe koşullarında kuruldu.

Askeri zor ile önü açılan neoliberal politikalar bugüne kadar neredeyse kesintisiz sürdü. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yaratılan ekonomik değerler tek tek satıldı. Özelleştirmeler ile Türkiye’nin kamusal birikimi yok edildi. Kamu ekonomisi özelleştirildi ve kamu hizmetleri ticarileştirildi. İşçi sınıfının kazanımları saldırıya uğradı; sağlık, sosyal güvenlik ve eğitim alanları başta olmak üzere sosyal haklar paralı hale getirildi, metalaştırıldı. Çalışma hayatında güvencesizlik arttı. Esneklik uygulamaları ile işçi sınıfının kazanımları ve koruyucu düzenlemeler zayıflatıldı. İş hukukunun koruyucu düzenlemeleri birer birer ortadan kaldırıldı. Çalışma yaşamı sadece güvencesiz değil, güvenliksiz bir hal aldı. Çalışırken ölüm, iş cinayetleri azalmak bir yana arttı.

Tüm bu saldırıları gerçekleştirmek için dikensiz gül bahçesi yaratılmak istendi. Sendikal haklar ağır baskılarla yüz yüze kaldı. Sendikal haklar hem yasal düzeyde hem uygulamada aşındı. Bunun sonucunda sendikalaşma ve toplu pazarlık kapsamı ciddi biçimde zayıfladı. Türkiye işçi sınıfının yüzde 90’dan fazlası sendikal korumadan yoksun bırakıldı. Neoliberal örgütsüzleştirme saldırısı özellikle AKP döneminde hız kazandı ve Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) Küresel İşçi Hakları endeksinde ülkemiz dünyada işçilerin haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasına girdi.

Grev hakkı devlet tarafından sistematik biçimde ihlal edilerek kullanılamaz hale getirildi. Yine AKP iktidarı döneminde grevler erteleme adı altında yasaklandı. Üstelik ülkemizin Cumhurbaşkanı anayasal bir hak olan grevleri yasaklamayı yerli ve yabancı sermaye temsilcilerine canlı yayınlarda övüne övüne anlattı, onlardan alkış aldı. Sadece grev hakkının değil salon toplantılarından yürüyüşlere, imza toplamaktan mahkemede hakkını savunmaya kadar her türlü demokratik hak arayışının keyfi biçimde kısıtlandığı ve engellendiği bir ülke, sermayenin bu alkışları arasında adım adım inşa edildi.

Geçmişte de kalıcılık kazanamayan demokratik haklar bir bir ortadan kaldırıldı. Laikliğin ortadan kaldırılması ile işçi sınıfının tevekkülü sağlanmak istendi. İşçi sınıfının birliğinden korkulduğu için ayrımcı politikalar, böl-parçala-yönet politikaları hız kazandı. Ve en nihayetinde amaç hasıl oldu ve ülkemizde otoriter bir başkanlık rejimi getirildi. Türkiye ağır bir demokrasi krizi içine girdi. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalktı, tüm kuvvet tek kişide toplandı, denge ve denetleme mekanizmaları işlemez oldu. Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını tamamen yitirdi; uluslararası antlaşmalar bir kenara atıldı. Seçme ve seçilme hakkına dahi el uzatıldı.

Cumhuriyet’in altını oyan ve tek adam rejimini yaratan süreç aslında toplumun en büyük kesimi olan ücretlileri baskı altında alarak, son lokmasına göz koyma stratesinin bir parçası olarak, evet bir sermaye programı olarak işletildi. İşçi sınıfının kendi hak ve çıkarlarını savunan bir sınıf olarak var olmaması için her türden ırkçı, gerici, ayrımcı, baskıcı ve otoriter politikaya ihtiyaç duyanlar, cumhuriyetin temellerinin sarsılmasından hiç de rahatsızlık duymadı. Aksine aktif veya pasif biçimlerde bu sürece destek verdi.

Sayısal olarak hızla artarken, siyasi ve toplumsal etkisi azalan bir işçi sınıfı hayali, cumhuriyetin temellerini tamamıyla sarstı. Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu bir yönetim biçimi olarak tarif edilen Cumhuriyet fikri, o milletin çoğunluğu işçileştiği andan itibaren sermayenin hayalleriyle taban tabana çelişti.

İşte bu nedenle, sermayenin bu egemenliğini, nüfusun çok büyük bir çoğunluğunun kölelik koşullarını sürdürerek Cumhuriyeti yeniden inşa etmemiz, ayağa kaldırmamız mümkün değildir. Bugün Cumhuriyet önümüzdeki yüzyılda ancak ve ancak Emeğin Türkiye’si olarak var olabilecektir. İnsanca yaşayabilmek ve geleceğe umutla bakabilmek için neoliberalizmin ve otoriter rejimin tahribatlarını ortadan kaldıracak ve harcında eşitlik, özgürlük, demokrasi, sosyal ve ekonomik haklar olan emeğin dünyasını ve Türkiye’sini inşa etmek mümkün ve zorunludur.

Yani önümüzdeki dönemde, kritik bir seçim sürecinde sadece nasıl bir Cumhurbaşkanı sorusuna yanıt vermeyecek, daha da önemlisi nasıl bir cumhuriyet istediğimize, cumhuriyetin nasıl kendi anlamının hakkını vermekten edindiği güçle yaşayabileceğine dair fikirlerimizi de savunacağız.

DİSK olarak Cumhuriyet’i yaşatmanın zorunlu ve mümkün yolunu, sermayenin değil halkın egemenliğini esas alan “EmeğinTürkiye’si” olarak tanımlıyoruz. Emeğin Türkiye’sinde demokratik ve sosyal bir cumhuriyet için mücadele başlıklarımızı önümüzdeki günlerde kamuoyuna duyuracak ve bu mücadeleyi örgütleyeceğiz. Sermaye egemenliğinin enkaza çevirdiği bu ülkeyi, en demokratik, en barışçı, en özgürlükçü, en adil, en eşitlikçi biçimiyle, Emeğin Türkiye’si olarak kendi ellerimizle yeniden kuracağız.