Sri Lankalı işçiler için sağlık krizi, gıda kıtlığı, enflasyon ve kemer sıkma politikaları ile birlikte toplumsal koşullar dayanılmaz boyutlara ulaştı. Ülkede ekonomi çoğunluğun ihtiyaçları için yeniden düzenlenmeli.

İşçilere acımasız koşullar dayatıldı

Sosyalist Eşitlik Partisi (Sri Lanka)

Covid-19 salgınının tetiklediği küresel kriz Sri Lanka ekonomisini derinden etkiledi. İşçiler ve halkın yoksul kesimleri için toplumsal koşullar dayanılmaz hale geldi. Hükümet ve yandaş şirketler, halkın demokratik haklarına saldırmaktan geri durmadı.

Sene başından beri yapılan grevlere ve eylemlere yarım milyondan fazla insan katıldı. Öğretmenler, sağlık çalışanları, özel sektör çalışanları, çiftçiler… Toplumsal huzursuzluk son haftalarda tırmanışa geçti. 8 Aralık günü yarım milyondan fazla özel sektör çalışanı tek günlük grev ilan etti, on binlerce sağlık çalışanı da tek günlük ‘mazeret izni’ kullanarak eylem yaptı. Başlıca talepler arasında maaş zammı ve çalışma koşullarının iyileştirmesi yer alıyor.

BİNLERCE ÇAY ÜRETİCİSİ ÜLKEDE GREV İLAN ETTİ

Liman ve petrol sektörlerini işleten Ceylon Elektrik Kurulu (CEB) üyesi şirketlerin 500 kadar çalışanı da aynı gün eylem yaptı ve hükümetin özelleştirme planlarını protesto etti. Çay üretiminde çalışan 10 bin çay üreticisi bir hafta süreyle iş bırakma eylemi yaptı. 15 bin posta işçisi ülke çapında tek günlük grev ilan etti.

Sanayi sektöründeki eylemlere ek olarak, on binlerce yoksul köylü ağustos ayından bu yana yürüttüğü mücadeleyi sürdürüyor. Gübre ve diğer tarım girdileri için devlet teşviki talep ediliyor.

Ülkede bu ölçekte eylemler 1980 yılının temmuz ayından beri görülmedi. O dönem sendikalar tarafından ihanete uğrayan özel sektör çalışanları, kitlesel grev ilan etmişlerdi.

ŞİRKETLE İMZALANAN ANLAŞMANIN İÇİ BOŞ

Bu sene yapılan grevler ve eylemler Sinhala ve Tamil bölgesindeki işçileri, Müslüman azınlıkları birleştirdi. Ortak sınıf kimliği altında yaşam standartları ve toplumsal koşullar savunuluyor.

Fakat sendikaların ihaneti gösteriyor ki azim tek başına yeterli olmuyor. Haklarına sahip çıkmaya çalışan işçiler bağımsız ve toplumsal bir hareket yürütmek zorundalar. Kapitalist sistem ve devlet tarafından boyunduruk altına alınmış sendikalar bu toplumsal hareketin şekillenmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar.

Sağlık krizi, gıda kıtlığı, enflasyon ve kemer sıkma politikaları ile birlikte dayanılmaz boyuta gelen toplumsal öfke neticesinde ilk etapta harekete geçmek zorunda kaldılar. Fakat grev hareketine ihanet etmekte gecikmediler ve hükümetle ya da şirketlerle içi boş anlaşmalar imzalamaya başladılar.

MAAŞ ARTIŞI TALEPLERİ GÖRMEZDEN GELİNİYOR

12 Temmuz günü 250 bin eğitimci 100 günlük grev ilan etti. On yıllardır dinlendikleri maaş artışının yapılmasını talep ediyorlardı. Hükümet talepleri kesin bir dille reddetti. Öğretmen ve okul idare sendikaları öğretmenlerin öfkesini yatıştırmak için çeşitli eylemler organize etti. Sonra hükümet ile masaya oturdular ve talep edilen maaş artışının üçte birini kabul ettiler. Üstelik zam henüz uygulamaya dökülmüş bile değil. Tüm salgın risklerine rağmen okulların 21 Ekim’de tekrar açılmasını da kabul ettiler.

Sağlık çalışanları bu sene 30 farklı greve ve eyleme katıldılar. Haziran ayında sendikalar birliği hükümetin sadaka niteliğindeki önerisini kabul etti ve yıllardır talep edilen maaş artışının rafa kalkmasına sebep oldu.

Sendikaların bu hamleleri, Rajapakse hükümetinin salgının ekonomik yükünü işçi sınıfının sırtına yüklemesini mümkün kılıyor. Hükümetin ve şirketlerin çıkarlarına köle olan sendikalar, işçilerin hükümete baskı yaparak maaş artışı elde edebilecekleri, özelleştirmelere dur diyebilecekleri yanılgısını yaratmaktan başka bir işe yaramıyorlar.

YANLIŞ POLİTİKALARLA KITLIK KAPIYA DAYANDI

Hükümet ise eşi benzeri görülmemiş bir krizle karşı karşıya ve taviz verecek alanı kalmadı. Ülke ekonomisi son bir yılda yüzde 3,6 küçüldü. Ülkenin döviz rezervleri 1,6 milyar dolara kadar düştü. Hükümet her an dış borçlarını ödeyemeyecek hale gelebilir.

Finans Bakanı Basil Rajapakse döviz rezervlerinin önümüzdeki sene de düşmeyi sürdürebileceği uyarısını yaptı fakat hükümetin ülkede ‘açlık’ yaşanmasına göz yummayacağını söyledi. Gerçekte ise kitlesel açlık yaşanmasına ramak kaldı ve insanlar şimdiden kıtlık çekiyorlar. Kötüleşen koşullar, küresel kapitalizmin yaşadığı krizle ilgili ve hiçbir ülke krizden tek başına çıkacak imkanlara sahip değil.

Rajapakse rejimi şirketlerin ve yatırımcıların kazancını arttırmak için elinden geleni yapıyor. Uluslararası finansörlerine borçlarını ödeyeceğini göstermek için büyük çaba sarf ediyor.

ŞİRKETLERE VERGİ AFFI UYGULANIYOR

Uygulanan fiyat kontrolleri ekim ayında kaldırıldı ve enflasyon kontrolden çıktı. Kasım ayı enflasyonu yıllık yüzde 9,9 olarak ölçüldü. Bu da son 12 yılın zirvesi anlamına geliyor. Tüm toplumsal saldırılara karşı hükümet büyük şirketlere ve yabancı yatırımcılara vergi affı uyguladı, çeşitli tavizler verdi. Senenin ilk 9 ayında şirketlerin toplam kârı tarihi rekor kırarak 292 milyar rupi düzeyine ulaştı.

Hükümetin politikası insan hayatından vazgeçmek üzerine kurulu. İhmal politikasının bir ürünü olarak, eksik tutulan resmi verileri esas aldığımızda bile ülkede pandemi dolayısıyla 15 bin ölüm ve 577 bin hasta gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.

İŞÇİ SINIFINA KARŞI ACIMASIZ BİR ÖFKE

İşçilerin harekete geçmesi karşısında Rajapakse hükümetinin cevabı sendikaları devreye sokmak, mücadeleyi aksatmak ve devletin tüm araçlarını kullanarak baskı rejimine geçmek üzere hazırlık yapmak oldu.

Bu kapsamda hayata geçirilen bir plan da Zorunlu Temel Hizmetler Yasası oldu. Yaklaşık 1 milyon memuru ilgilendiren bu tasarı grev ve eylem yasağı içeriyor ve ihlal durumunda ağır hapis cezaları verilmesinden söz ediliyor. Baskıcı yasa tasarısına karşı çıkan hiçbir sendika olmadı.

Aralık ayı başında siyasi ve ekonomik kriz derinleşirken Başkan Rajapakse, meclisi bir ay süreyle tatil etti. Sri Lanka’nın finans gazetesi Dailyft karara destek verdi, bu sayede “mevcut ve olası ekonomik senaryoların değerlendirilip, istikrar adına somut önlemler alınmasının” mümkün olacağını yazdı. İstikrar ile kastedilen ise yönetici elitlerin talepleri doğrultusunda işçi sınıfının acımasızca bastırılması.

GENİŞ BİR KOALİSYON KURULMASI MÜMKÜN

Rajapakse yönetimi iktidara geldiğinden beri askeri önlemler hayata geçiriyor. Bir yandan maaş artışlarına, sağlık harcamalarına, eğitime ya da tarım desteklerine para yok deniyor, diğer yandan askeri harcamalar bol keseden arttırılıyor.

Sendikalar ve bazı "sözde" sol gruplar ise işçileri muhalefetin burjuva partilerine bel bağlamaya ikna etmeye çalışıyor. Hükümeti baskı altına almak için geniş koalisyon ihtiyacı olduğundan söz ediliyor. Muhalefetteki tüm partilerin tarihinde işçi ve yoksulların haklarına yapılan saldırılar var. Hiçbiri Rajapakse rejiminden farklı değil ve iktidarda olsalar onlar da benzer politikalar uygularlardı.

DIŞ BORÇLAR BİR AN ÖNCE REDDEDİLMELİ

İşçi sınıfını bekleyen büyük tehlikeler var ve mücadelede kontrolü kendi eline almalı. Mücadeleyi yürütmek için faaliyet komiteleri kurulmalı, bağımsız sendikalar inşa edilmeli ve kendi demokratik liderlerini seçmeli. Bununla birlikte, burjuvazi ve "sözde" solcular ile arasına mesafe koymalı.

Ülkenin dış borçlarını tanımadığını ilan etmeli ve ekonomi aşağıdan yukarıya, tepedekilerin kazancı için değil çoğunluğun ihtiyaçları için yeniden düzenlenmeli. Tüm büyük şirketler, tarım üreticileri ve bankalar kamulaştırılmalı, işçi sınıfının demokratik kontrolüne sokulmalı.

Bu programı hayata geçirmek için işçiler kırsal yoksullar ile birlikte yürümeli, işçiler ve çiftçilerin hükümetini kurmalı. Bu mücadelede başarılı olmak için uluslararası işçi dayanışması da şart. Ülkeye has çözümler mümkün değil. İşçi sınıfına yönelik saldırının kökeni, salgınla birlikte dayanılmaz hale gelen küresel kapitalizmin krizi.

World Socialist Web Site'dan çeviren Fatih Kıyman