Yönetmen Erdem Tepegöz’ün işçilerin sistemi sorgulamasını anlattığı “Gölgeler İçinde” isimli filmi vizyonda. Yönetmen Tepegöz, sosyal gerçekçi hikâyelere heyecan duyduğunu söylüyor.

İşçilerin isyanı beyazperdede

Işıl ÇALIŞKAN

Yönetmen Erdem Tepegöz’ün ikinci filmi “Gölgeler İçinde” şimdi vizyonda. İlkel bir teknolojiyle yönetilen fabrikadaki işçilerin sistemi sorgulamasıyla yaşadığı değişimin anlatıldığı filmde Numan Acar, Vedat Erincin, Ahmet Melih Yılmaz gibi isimler rol alıyor. Dünya prömiyerini 42. Moskova Uluslararası Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini ise 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yaptı. Moskova’dan Jüri Özel Ödülü’yle dönen “Gölgeler İçinde” Altın Portakal’da SİYAD En İyi Film, Film-Yön En İyi Yönetmen, En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi Müzik ödüllerine değer görüldü. En son 8. Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Görüntü Yönetmeni ödülünü alan filmin yönetmeni Tepegöz ile konuştuk.

Filmi izleyince “Gölgeler İçinde” isminin ardında yatan anlamın derinliğini fark ediyoruz. Sizdeki etkisini dinlemek isteriz bu ismin…
Filmin hikâyesini yazarken çok temel bir sorgulama içindeydim. “Neyin içindeyiz?” diye. Filmdeki fabrikayı alegorik bir yapı olarak her şeye uyarlayabiliriz. Bir fabrika var ve bu yapının nasıl kurulduğunu, nasıl yürütüldüğünü ve duvarın arkasındakileri bilmiyoruz. Ama sürekli izleniyor, yönlendiriliyor, çalışanlar erzak ve ceza ile terbiye ediliyor. Peki ya tüm bu sistemin arkasında kimsenin olmadığını öğrenseydik, bu yapı bizim için aynı kalır mıydı, yoksa çöker miydi? Pandeminin de bu fabrikadaki gibi arka planını bilmiyoruz, çok uluslu yapıların arka planını sürekli tartışıyoruz. Soru sorduğumuz neredeyse her sorgulama, mağara duvarlarına yansıyan gölgeler gibi gerçekliğin kısık bir yansıması gibi. Filmin isminin ve hikâyenin bu şekilde ortaya çıkmasını, bu sorgulama ve etkilenmeler sağladı diyebilirim.

İlk filminizde olduğu gibi yeniden bir işçi hikâyesiyle karşılaştık izleyici olarak. Bu temayı sanatınızla dışa vurmanızın altında nasıl bir neden yatıyor?
Bunu ben de sorguluyorum çoğu zaman, neden yazdığım bu tarz hikâyeler beni seçiyor diye… Buna kendimce verdiğim cevap sanırım belgesel ile uzun süre ilgilenmem nedeniyle sosyal gerçekçi hikâyelere heyecan duyuyorum. Toplumu ve çıkışsızlığını incelemek, onu belgelemek sinemada bana güçlü bir duygu ve düşünce deneyi gibi geliyor.

iscilerin-isyani-beyazperdede-928691-1.
Yönetmen Erdem Tepegöz.


MEKÂN BAŞROLDE

Film için mekân unsuru başrollerden biri demek yanlış olmaz sanırım. Senaryo filme dönüştüğünde ne kadarıyla kafanızdaki gerçekleşti? Çıkan sonuç sizi ne kadar tatmin etti?

Mekân tam bir başrol gibi işlev görüyor. Hikâyenin ana kahramanı o aslında. Bulduğumuz mekân gerçekten senaryo için biçilmiş kaftandı. Senaryodaki çoğu detay, mekânın gerçekliğinde tam bir karşılık buldu. Gürcistan’daki bu kasabayı keşfedince senaryodaki değişiklikler ile birlikte hikâye daha çok mekânın içine sızmış oldu diyebilirim. Kafamdaki mekân ile bulduğum mekânı yoğurmaya çalıştım. O açıdan çıkan sonuçtan memnunum. Senaryo aşamasında bu tarz konularda esnek olmayı seviyorum. Filmin tüm yolculuğunda yolda karşılaştığım mekân, oyuncu, fikir ve detayın beni ve senaryoyu değiştirebilme olasılığını seviyorum. Hiçbir şeyden emin olmadan arayışta kalabilmek. Çünkü neyden emin olabiliriz ki?

Filmin belirsiz bir zaman ve mekânda geçiyor olmasının nedeni evrensel bir gerçekliği vurgulamak mıydı?
Kesinlikle öyle, hatta başka bir gezegende geçiyor bile olabilirdi. Tek bildiğimiz gösterge, konuştukları dil. Onun dışında mekânın nerede olduğu ve zaman kavramı tamamen belirsiz. Paranın, yazının, isimlerinin olmaması, tamamen havada asılı kalan bir hikâye yapısı ile kurulu olması, bu hikâyeye farklı okumalar yapma imkânı verdiğini düşünüyorum. Sinemada zaman ve mekânın aşırı öne çıkması bazen izleyicinin sorumluluk almasını geciktirebilir diye hissediyorum. Fazla hedef gösteriyor gibi. Hikâyenin çatışmasının ve dramasının, izleyiciden uzakta oluyormuş gibi veya geçmişte kalmış gibi algılanmasına sebep olabiliyor. Bu filmin biraz bu konularda belleksiz olmasının, filmin anlattığı evrensel sorgulamaları daha çok hissettirebileceğini düşündüm.

Sanatta yarışma fikrine nasıl bakıyorsunuz?
Sanatta yarış kesinlikle söz konusu olamaz. Aynı senaryoyu bile herkes bambaşka yorumlarken, ortak bir paydada kıyas kabul edilemez. Sanat ile ilgilenen her kimse, evreni kendi penceresinden gördüğü şekilde aksettiriyor. Sanat teorik aklın eseri olmadığı için, bir eseri eleştirme kavramı bile aslında tartışılması gerekiyor. Ödüller ve festivaller, eseri üretenlerin alın terine ve çabasına, ürettikleri eserdeki cesaretine karşılık bir motivasyon alkışı olarak yorumlanabilir. Ödüllerin sanatçıya tek faydasının motivasyon ile birlikte sonraki projeler için biraz daha fazla kaynak ve fon sağladığını düşünüyorum.