O hatırlar mı bilmem? Ben hatırlıyorum, daha dün gibi. Nasıl unuturum...

O hatırlar mı bilmem? Ben hatırlıyorum, daha dün gibi. Nasıl unuturum; insan hayatında kaç kez bu tür konuşmalar yapar? Kaç konuşma, hayatın ondan sonraki bölümünün belirleyicisi olmuştur? Benim başıma birkaç kez geldi; bu konuşma onları n ilkidir.

 O unutmuş olabilir. Belki de o yıllarda, defalarca bu tür konuşmalar yapmıştır. Dert dinlemiş, yol göstermeye, ikna etmeye çalışmıştır kaç kez, kim bilir.

 Züber Akgöl’le tanışmam bıyıklarım henüz yeni yeni terlemeye başladığı yaşlarda olmuştu. Gerçi kendimi hiç de öyle ufaklık gibi görmüyordum. Bugünden geriye dönüp baktığımda, şimdi 43 yaşındaki bir adam olarak, 18 yaşındaki yüz ifademi aklıma getirince gülmekten kendimi alamasam da, o yılların ruh haliyle oturmuştum karşısına. O yılları yaşayanlar bilir: Siyaset değiştirmenin arifesindeydim. Dokunsalar yer değiştirecektim; Züber Akgöl’ün yanına bana dokunması için gittim. Bakmayın şimdi yazdıklarıma; siyaset değiştirmek derken, öyle eni konu dünyanın, Türkiye’nin meselelerinden daha ziyade, sokağın meselelerini önemsiyor, sokağın ihtiyacını karşılamak için Dev-Genç’in saflarına geçmeyi düşünüyordum. Derdim günüm, anti faşist mücadelede yer almaktı; bunun ancak Dev-Genç’le olabileceğine inanıyordum. Züber Akgöl’e bu inancımı pekiştirmek kalmıştı. Zaten o da, bırakalım dil dökmeyi, duruşu, konuşması, kılık kıyafetiyle ilk görüşte halletmişti pekiştirme faslını. Kelimenin tam anlamıyla, bir Dev-Genç’liyle karşı karşıya oturuyordum. 18 yaşında bir delikanlı için müthiş bir duyguydu bu. Bir de yanında uzun boylu, saçları belinde, oldukça zarif bir kız vardı. Züber Akgöl’ün yüzündeki kararlı ifade, kızın güzelliğini bütünlüyor gibiydi. Dev-Genç’li olmak böyle bir şeydi belki de; kararlı ve güzel. Çok sonraları evlendiklerini duyduğumda, birbirlerini destekledikleri masa başındaki hallerinin daha bir sevimli geldiğini yazmam lazım. Masa başından kalktığımda çoktan ikna olmuştum.

 BİR KAHRAMANLIK ÖYKÜSÜ
 Buluştuğumuz mekânın Albayrak Kahvehanesi olması bile benim için başlı başına simgesel önem taşıyordu. Züber Akgöl’ün Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi (ADMMA) öğrencisi olmasını ise asla atlayamazdım. Ne de olsa ADMMA, Ankara’nı n en belalı faşistlerinin elinde yıllardan bu yana işgal altında tutulan okuldu. Albayrak ise, işgal altındaki okula toplu halde gidip gelen devrimcilerin biriktikleri mekândı. Okul, "Yükseliş'' ismiyle Hacı Ali Demirel tarafından kurulmuş, sonradan devletleştirilmişti; faşist işgal o yıllardan kalmaydı. Faşistler için okulun işgal altında tutulması, zaten ellerinde bulundurdukları Beşevler semtiyle birleşmelerini sağlayacak, Kızılay’a bir adım daha yaklaşacaklardı. Gerçekten de faşistler sayıca azdı ama hükümet desteği arkalarındaydı; 17 bin kişilik okulu öğrencilere zindan etmeye çalışıyorlardı. Elbette göğüs göğüse kavgadan söz etmiyorum. Yükseliş o yıllarda en karanlık tezgâhların sergilendiğ i, en kanlı katliamların yaşandığı bir okuldu. 1970’li yıllarda hiçbir okulun öğrencileri, Yükseliş kadar kayıp vermemişti. 1970’li yıllarda Yükseliş’te yaşananlar, sıradan bir öğrenci çatışması değil, bir katliam niteliği taşı yordu. İlk bombalı saldırı öğrencilerin okula gitmek üzere toplandıkları Albayrak Kahvehanesi’nde gerçekleştirildi. 15 Aralık 1977’de kahvehaneye yerleştirilen saatli bombanın patlaması sonucunda Adnan Şahingöz ve Mustafa Sarı isimli iki öğrenciyle, o sırada tesadüfen kahvehanede bulunan Osman Çayan isimli bir subay yaşamını yitirdi, çok sayıda öğrenci yaralandı. 24 Ocak 1978’de ise yine okullarına toplu halde giden devrimciler bombalı ve silahlı saldı rıya uğradı. Dokuzu ağır, 26 öğrenci yaralandı. Yaralı öğrencilerden Hayrettin Akpınar daha sonra öldü. 12 Nisan 1978 tarihinde, okullarına gitmek üzere Maltepe’de toplanan öğrencilerin içinde bomba patlatı ldı. İki faşist katil, çaldıkları arabayı bozulduğ u gerekçesiyle öğrencilerin yanına park ederek uzaklaşıyor, arabaya yerleştirilen saatli bombanın patlaması sonucunda çok sayıda öğrenci yaralanıyordu. Toplu katliamlar dışında, Yükseliş öğrencileri tek tek faşist saldırılara maruz kalıyordu. Sami Ovaloğlu, Burhan Barın, Emin Ece, Ozan Dadaloğlu değişik yerlerde uğradıkları saldırılarda yaşamları nı yitirdi.

 Faşistler saldırıyordu ama Züber Akgöl ve arkadaşları işgali kırmaya kararlıydı. Canları na mâl olsa da işgal kırılacaktı. Nitekim öyle oldu. Yükseliş’te bir direniş, bir kahramanlı k öyküsü yazıldı.

 Ne öykünün kahramanları cezasız bırakılırdı ne de Yükseliş’in örnek olmasına izin verilirdi. Tıpkı ÖTK gibi, Fatsa gibi… Züber Akgöl, Devrimci Yol’a dönük bir operasyonda gözaltına alındı. Şentepe Devrimci Yol davasında idamla yargılandı. İşkence gördü, yıllarca hapiste kaldı.

 O yıllarda Züber Akgöl aklının, kalbinin sesini dinlemişti; faşistlere bırakılacak ne bir okul vardı, ne de bir ülke. Şimdi yeniden aklın, kalbin buyruğuna uyma zamanı geldi. Duyuldu ki, Züber Akgöl’ün vücudu sinsi bir hastalığın işgali altına girmiş. Nedir ki, Yükseliş’teki faşist işgali kırmaktan daha mı zor bu sefer iş, hiç sanmıyorum. İşgal kırmada hünerli eller işbaşına!