Google Play Store
App Store
IŞİD Arap Baharı’nın altüst olmuş umutlarından doğdu

ADAM HANİEH

13 Kasım’daki Paris saldırılarının ardından solun büyük kısmı IŞİD’in yükselişini Ortadoğu’da derinleşen emperyalist vahşete bağlamıştı. IŞİD ve emperyalizm arasındaki ilişkiyi otomatikleştirirsek örgütün hızlı yükselişini şekillendiren önemli bağlamları ve tarihi kaçırmış oluruz. Neden Irak, Suriye ve bölgedeki diğer yerlerde Batı’nın saldırılarına ve felaketine karşı bu şekilde bir ideolojik ve siyasi bir cevap verildi? Arap dünyası ve Avrupa’da IŞİD’in gördüğü bu desteğin temelinde ne yatıyor? Kısacası: neden şimdi ve neden böyle?

2011’in hayaletleri

IŞİD’in başlangıcı Arap Baharı’na dayanıyor. Bu isyanlar Tunus ve Mısır’da 2010 ve 2011 yılındaki gösterilerle başladı ve kısa sürede tüm bölgeye yayıldı. Son 50 yılda Ortadoğu’da görülmüş en önemli isyanlardan biriydi. Protestolar milyonlarca kişiyi nesiller boyunca görülmemiş bir siyasi hareketin içine çekti. Devlet düzenlerini ve Batı müttefiği baskıcı rejimleri kökünden salladı. İnsanların sokağa çıkması bazı yorumcuların ‘demokrasi’ arayışına indirgemeye çalışmasına rağmen daha farklıydı; kapitalizmin bölgedeki formuyla alakalıydı: on yıllardır süregelen neoliberal ekonomik inşa, küresel krizlerin etkisi ve Batılı güçler tarafından desteklenen Arap hükümetlerinin otokratik polis ve askeri rejimleri. Bu isyanlar çok büyük umutları beraberinde getirdi; korunması gereken umutları. Baskılar ve saldırılarla karşı karşıya kaldılar, hiçbir şekilde daha ileriye gitme şansları kalmamıştı. İslamcı gruplar tam bu noktada ortaya çıktı. İsyanların karşı karşıya kaldığı zorluklar başka bir şey tarafından doldurulması gereken bir boşluk yaratmıştı.

IŞİD ve erken şekilleri kitlesel eylemler, grevler yapan bu isyanların başlangıç evreleriyle alakasızdı. Ne zamanki gerçek bir değişime duyulan arzulara ket vuruldu; IŞİD ve diğer cihatçı gruplar bu ani değişikliğin bir semptomu, devrimci sürecin geri çekilmesi ve büyüyen kaos duygusunun bir tezahürü olarak ortaya çıktı. Bunun sebebini anlamamız için IŞİD’in ideolojisi ve dünya görüşüne bir bakmamız gerekecek.

Gerçeklik, barbarlık, ütopya

İslamcı köktendincilik genelde görkemli bir geçmişi (Sünnilere göre Peygamber Muhammed’in ölümünden sonra gelen ilk bir kaç nesil İslam liderlerini kapsar) geri getirme arzusu olarak tanımlanır. IŞİD amaç olarak bunu savunuyor. Zaten sosyal uygulamalar ve dini hukuk konusunda da niyetleri bu şekilde yönetmek. Ancak IŞİD’in basitçe bir on yedinci yüzyıl ilhakçılığına indirmek büyük bir yanlış olur. Örgüt devlet inşasını oldukça ciddiye alıyor; kontrol ettiği bölgelerde çeşitli finansal, hukuksal ve yönetimsel yapıların kurulması oldukça efor sarfediyor. IŞİD’in, her ne kadar sınırlar sürekli değişse de, oldukça geniş bir bölgesel erişimi bulunuyor. Sınırları dahilinde 10 milyon kadar insan yaşıyor.

Bu modernist projenin bir parçası olarak sofistike bir medya ve propaganda ağına yüksek bir öncelik tanıyorlar. IŞİD propagandası yapan ağ ise eşsiz. Kendi medyalarını yayınlamak için bir Twitter hesabı ordusu ve justpaste.it ya da archive.org gibi anonim siteleri kullanıyorlar. Bu ve diğer sosyal medya biçimleri hem mesajlarını yaydıkları hem de adam topladıkları kanallar oluyor. IŞİD’in sosyal medya ve teknolojiye verdiği önem örgütün edimsellik ve öz-temsiliyet konusundaki takıntılı endişeleri olduğunu gösteriyor. Bölgede IŞİD kadar markalaşma ve belli bir imaj yaratmayı bu kadar önemseyen başka bir siyasi ya da dini özne bulunmuyor.

Bu ideolojik mesaj kaygısında bazı ana değişkenler öne çıkıyor: Birincisi dini güvenilirlik ya da başka bir deyişle sürekli olarak kitaba bağlı olduklarını sürekli olarak göstermeye çalışmak. Bu bağlamda “güvenilirliğin” sürekli olarak rakip perspektifler karşısında ileri sürülmesi, icra edilmesi ve savunulması gerekiyor. IŞİD’in propagandasının ikinci çekirdek özelliği ise iyi bilinen “gaddarlık” motifi: canlı olarak kafa kesilmesi, idamlar ve diğer şok edici içerikler grubun tüm dünyadaki televizyon ve bilgisayar ekranlarında yerini almasını sağladı. Bu korkunç içerikleri ani bir şöhretin garantisi. Ancak gaddarlık sadece manşetleri kaplamaya yarayan bir şey değil; aynı zamanda bilinçli bir şekilde korku yaratmak için kullanılıyor. Yine de Batı medyasının gösterdiklerinin aksine IŞİD’in propagandası gaddarlıktan çok günlük hayata dair şeyler içeriyor. Bu da örgütün ideolojik mesaj kaygısının üçüncü değişkenini oluşturuyor: “hilafet” altındaki sivil hayatın güzelliklerini gösteren ütopik temalar; hayatın istikrarlı bir şekilde devam etmesi, ekonomik aktivitelerin iyileşmiş olması vs. IŞİD bağlantılı Twitter hesaplarına baktığımızda İslam Devleti’nde hayatın ‘günlüklüğü’, normalliği ve sıkıcılığına dair bir sürü gevezelik görüyoruz: su borularının tamir edilmesi, pazarların çeşit çeşit taze meyve sebzeyle, taze ekmekle dolması, yeni diş kliniklerinin açılması.

Bu gözlem bize IŞİD’in kendisini kaosun, savaşın ve isyanın hüküm sürdüğü bir bölgede düzen istikrar vahası olarak sunduğunu gösteriyor. Derin krizlerin yaşandığı bir zamanda belli bir seviyede güvenlik sağlayabiliyor olması IŞİD’i çekici kılıyor (ya da en azından kötünün iyisi yapıyor). Bu ütopik taahhütleri anlamak bize örgütün son bir yılda nasıl bu kadar büyüdüğüne dair önemli ipuçları sunuyor. Burada IŞİD’in gaddar ya da baskıcı olmadığını iddia etmiyorum; mezhepçi şiddettin diğer ucundakiler için kesinlikle öyle. Ancak sunduğu boş ütopik taahhütler içinde insanlar için bir umut kırıntısı barındırıyor.

Suudi Arabistan, Suriye ve İslam Devleti

Suriyeli eylemciler Esad ordusunun misket bombaları, tanklar ve gelişi güzel hava saldırılarıyla karşılaştığı zaman bu durumun iyi eğitilmiş, savaş görmüş cihatçı gruplar için bir dönüm noktası olmasına şaşırmamak gerek. Bu gruplar arasında IŞİD’in 2011 sonlarında Suriye’ye sevk ettiği ve 2012 yılında sahneye çıkan El Nusra da bulunuyor. Popüler görüşün aksine IŞİD uzunca bir süre Esad hükümetiyle direk temasa geçmekten kaçındı. Bunun yerine Irak-Suriye arasındaki sınır geçitlerini ve kaçakçılık yollarını ele geçirerek bölgesel olarak genişlemeye çalıştı.

Bu çabanın başarılı olmasının anahtarı ise eski Baasçı generallerden oluşan askeri danışmanlar. Tek tek noktaların kontrolünü sağlamak yerine tedarik yolları üzerindeki stratejik noktaların kontrolünün sağlanması ve çekirdek altyapının (su ve elektrik) kontrolü ile petrol sahalarının elde tutulması bu başarıyı sağladı. Bu strateji örgütü sadece zengin yapmakla kalmadı (Suriye ve Irak’taki en az 9 karlı petrol sahasının günlük petrol satışlarındaki değeri 1.5 milyon doların üzerinde). Suriye’nin geri kalan bölgelerini de (hem devletin hem de muhaliflerin kontrolünde olan) enerji ihtiyaçları için IŞİD’in petrolüne bağımlı kıldı. Bunu kaçakçılık, vergiler, eski eserlerin satışı, gasp ve adam kaçırmadan gelen yüksek miktarlarda parayla birleştirdiğimiz de IŞİD Ortadoğu’da devletle karşılaştırılamayacak derecede güçlü oluyor: kendi başına oldukça zengin, kendi kendini finansal açıdan destekleyebilen ve sürekli sömürgeci güçlerin yirminci yüzyılda kurduğu sınırları bilerek ihlal ederek sınırlar arasında çalışma yürüten güçlü bir devlet.

Mezhepçilik ve işgal sonrası Irak

IŞID’in dünya görüşü ile bölgede yükselen yıkıcı mezhepçilik arasında bağlantı açık. Her ne kadar daha erken ortaya çıkan cihatçı gruplar İslamiyet için savaşlarda dini yaptırımlardan ve diğer Müslümanları hedef almaktan kaçınmış olsalar da bu politika 2000’lerin ortalarında Irak’ta El-Kaide’nin ortaya çıkmasıyla değişti.

Önce, ABD işgal güçleri tarafından Irak’ın 2003’teki işgali sonrası uygulanan Baasçılığı ortadan kaldırma politikaları ülkenin Sünni nüfusunun marjinalleşmesine sebep oldu. Bu politika altında Saddam Hüseyin’in Baas Partisi’nin üyesi olan herkes işlerini kaybetti, kamu sektöründe işe girmeleri ve emekli maaşlarını almaları engellendi. O yıllarda bir çok analizcinin de altını çizdiği üzere bunlar felaketi hazırlayan uygulamalardı. Herhangi bir devlet işine girebilmenin koşulu Baas Partisi üyesi olmaktı; yani bu politika yüzünden binlerce öğretmen, doktor, polis ve alt kademe memur işini kaybetmiş oldu. Devletin içine bu şekilde boşaltarak ABD temel sosyal servislerin çöküşünü de garantiledi: 20 yıllık savaşlar ve yaptırımlardan çıkmış bir toplum için yıkıcı bir manzara oldu.

Sünnilerin marjinalleşmesi sadece ekonomik katmanda hissedilmedi. Amerikan güçleri Sünni nüfusun bulunduğu köy ve kasabalara saldırılar gerçekleştirdi. İşgali desteklemek için binlerce tutsak ABD’nin yönettiği hapishanelerde tutuldu; işgali desteklemek için tecrit, işkence ve “Taylorist tutuklama bürokrasisi” kullanıldı. Bugün, IŞİD’in lideri el-Bağdadi ve aynı eski Baasçı görevliler onun en yakın yardımcıları ve danışmanları olarak çalışıyorlar. Bu minvalde, Sünni tutsakların ABD ordusu elinde yaşadıkları sadece ülkedeki mezhepçi bölünmeleri güçlendirmedi ama aynı zamanda somut bir şekilde İslam Devleti’nin kendisini de yaratmış oldu. IŞİD’in orta kademe kadrolarının büyük bir kısmı ekonomik teşviklerden dolayı örgüte çekilen eski Baasçı görevlilerden oluşuyor. Mali ödüller ayrıca daha alt seviyedeki sıradan üyeler için de çekici. Bir IŞİD savaşçısına aylık ödenen miktar yaklaşık 300-400 dolar yani Irak ordusunun ödediğinin iki katı. Bugün Suriye ve Irak’tan IŞİD üretimi petrolün sevkıyatını yapan kamyon şoförleri ve kaçaklar da hayatlarını idame ettirebilmek için bunu yapıyorlar. Tüm dini savlarının yanında IŞİD’in devlet inşası projesinin oldukça maddi bir temeli bulunuyor.

Sonuç

IŞİD istikrar ve zenginliğe dair ütopik vaatlerde bulunabilir, ancak bu gerçeklikten oldukça uzak bir durum. Bir şeyden kesinlik emin olabiliriz; o da İslam Devleti’nin diğer örneklerinin geçmişte yaşadığı gibi iç isyanlarla karşılaşacağıdır. Ayrıca, eğer bir adım geri çekilip IŞİD’in yükselişini bu şekilde anlayamaya çalışırsak örgütün bölgenin açmazlarına etkili cevaplar veremediğini görürüz. Hiç bir şekilde emperyalizm karşıtı bir söyleme ya da Ortadoğu’yu iç ve dış baskılar ve tahakkümlerden kurtaracak bir yol haritasına sahip değiller. Son yıllarda yaşanan gerilemelere rağmen gerçek bir sol alternatifin büyümesi sadece yok edilmedi aynı zamanda, ve daha da önemlisi, hiç bu kadar gerekli olmamıştı.

Çeviren: Anıl Ersoy