IŞİD’in Batılı gazetecileri kameralar karşısında boğazladığı günlerde, Amerika’da gözler Beyaz Saray’a çevrilmişti. Herkes bu vahşet sahneleri karşısında Başkan’ın ne söyleyeceğini merak ediyordu. Ve yanıt da çok geçmeden geldi. Obama, IŞİD’e karşı uygulanacak politikayı “İtibarsızlaştırmak ve sonunda yok etmek” (“degrade and ultimately destroy”) olarak özetlemişti.

Formül güzeldi; beğenildi ve bunun nasıl, hangi metotlarla yapılacağı tartışılmaya başladı.

• • •

Aslında konuya nispeten geniş perspektifte bakan gözlemciler zaten IŞİD’in bir geleceği olmadığı kanısındaydılar. Bunlardan bir Fransız tarihçi, “Kanlı Hilafet” adını verdiği kitabında bu konuda dört tane de neden saymıştı: 1) IŞİD, Musul dışında, Irak ve Suriye’nin nüfus yoğunluğu az, verimsiz, yarı çöl topraklarını bir araya getirmişti. Bu topraklar bağımsız bir devlet yaşamı için yeterli değildi; 2) IŞİD’in ilk aşamada Katar, Suudi Arabistan, bazı Körfez emirlikleri ve zengin Sünni Mısırlı yatırımcılardan sağladığı mali kaynaklar tükeniyordu ve örgüt yenilerini bulacak konumda da değildi; 3) IŞİD bölgede her devleti karşısına almıştı; kendisini destekleyen tek devlet olarak kalan Türkiye de, giderek artan ABD ve Suudi baskılarına dayanamayacak ve IŞİD tamamen yalnız kalacaktı. 4) Nihayet IŞİD’in Hilafet savaşı bölgeyle ilgili ciddi bir stratejiye dayanmıyordu; zaten bütün girişimleri de fanatizmden başka bir dayanağı olmayan bir siyasetin işaretleriydi.

• • •

ABD, Ortadoğu’da yıllardır kendi yarattığı büyücü çırakları ile savaşıyor ve bu yüzden de çok eleştiriliyor. Ne var ki bu arada petrol şirketleri kârlarına kâr katıyorlar ve ölenler de daha çok bölgedeki bahtsız halk çocukları oluyor. Cihadistler kullandıkları vahşet yöntemleri ile kırılanların daha da artmasına hizmet ediyorlar.

• • •

Öteden beri ABD’nin, kutsal liberal düzenlerine düşman her türlü örgüte karşı kullandığı en geleneksel silah, bunların liderlerini öldürmek olmuştur. Kestirme, radikal bir çözüm! Pusudaki keskin nişancı vuruyor; düşman yıkılıyor ve böylece “zararsız hale” getirilmiş oluyor. Söz konusu “örgüt” üç beş kişilik bir terör grubu olabileceği gibi, BM üyesi, saygın bir devlet de olabiliyor. Bu konuda uzun bir listenin bulunduğunu ve listede her türlü “düşman”ın yer aldığını biliyoruz. Cihadist teröre karşı bir yöntem de düşmanın arasına ajanlar sokmak, bunlar arasında nifak çıkarmak ve bunları bölerek birbirine düşürmekti. Sosyal medyayı da etkili bir araç halinde kullanan bu yöntemi anlatan Amerikalı yazar D. Ignatius, geçenlerde IŞİD adına yayılan bir tweet örneğini veriyor ve IŞİD içine sızmış “Haçlıları” ihbar edeceklere 5 bin dolar vadeden bu ilanın, Batılı ajanların eseri de olabileceğini söylüyor (WPost, 3 Aralık 2014). Dışardan ya da içerden, “ajan” söylentileri militanlar arasında paranoya yaratıyor ve grubun moralini çökertiyor. Aynı şekilde liderler ve yakınları hakkında aşağılayıcı iftiralar üretmek de “gayri nizami savaş”ın etkili araçları arasında yer alıyor.

• • •

Bombalama, adam öldürme, paranoya yaratma vb. Amerikalı gazeteci ve toplum bilimciler bütün bu “nizami” ve “gayri nizami” savaş araçlarının Ortadoğu’da nasıl bir arada kullanıldıklarını överek anlatıyorlar. Anlaşılan bütün bunlar etkili oluyor ve son zamanlarda IŞİD’de içerden çözülme işaretleri geliyor. On beş yıldır bölgede çalışan Liz Sly’ın topladığı bilgilere göre (WPost, 8 Mart 2015), çözülme, bölgeye büyük hayallerle gelen Avrupa kökenliler arasında daha da hızlı oluyor. Geçen ay, muhtemelen Türkiye’ye kaçmak isterken infaz edilen 30-40 erkek cesedinin Rakka’da bulunduğu da verilen bilgiler arasında.

Oysa ortada “koalisyon” diye bir şey de pek görünmüyor. Mesut Barzani’nin Kurmay Başkanı Fuat Hüseyin “Evet bir koalisyon var” diyor; fakat havada; biz yerde bir koalisyon istiyoruz; yerde ise sadece Kürtler var.” Aslında tam da böyle değil; havada Amerikalılar; yerde ise Kürtler ve biraz da Tahran güdümlü Şii milisler var. Amerikalılar bombalıyor, Kürtler vuruyor. Kobane böyle kurtarıldı.

Peki Türkiye nerede? Kobane kırım tehlikesi içindeyken IŞİD’cilerin yanındaydı. Kürt savaşçılara yardım etmek şöyle dursun, ABD’nin silah yardımına bile karşı çıktı. İşte 2000’lerin başında George Bush’un Ortadoğu’da başlattığı kirli savaşın yol açtığı kirli oyunların, kirli anlaşmaların ve İslamcı vahşetin son sahnesi böyle görünüyor. Türkiye’deki 7 Haziran seçimleri bu tabloya – temelli değişikler değilse de- bazı rötuşlar getirebilir mi? Önümüzdeki iki üç ay da bunları tartışacağız... Fazla iyimser olamadan.