Başlıktaki sözcüğün kendisi dışında çağrışımlarının olması bu ülkenin kadersizliği. Işık denilince akla karanlığın, darbenin, zulmün, hukuksuzluğun geldiği başka bir yer var mı, bilmiyorum.

Türkiye’de bir krizle boğuşulurken her şey yolunda mı diye geceleri Genelkurmay’ın pencerelerine bakıldığı, o pencerelerden ışık süzülüyorsa darbe işareti sayılarak karalar bağlandığı günlerin üzerinden çok zaman geçti.

Hoş, “darbeyi penceredeki ışıkta aradığımız için” benimle kafa bulan emekli asker arkadaşıma göre, o zaman da yanlış yapıyormuşuz: “Ne diye pencereye bakıyorsunuz. O işlerin planlandığı Harekât Merkezi yerin 3 kat altında!” Işığın suçu yokmuş yani!

Ülkenin en üst yargı kurumunun kararları hiçe sayılırken bir anayasa mahkemesi üyesinin, “hukukun ışığını” kastederek “ışıklar yanıyor” demesinden darbe mesajı almak ve bunu bir numaralı gündem maddesi yapmak bir garabet.

Gazetenin, o mahkeme üyesine; “Eşgali sünepe haşhaşilere benzeyen” diye hitap edip “Seni o bayrak direğine asarlar” tehdidiyle seslenmesinin yeri yerinden oynatmaması da garabet.

Öyle bir garabet ki, “ben anladığınız şeyi kastetmedim” diyen üye, “beyan esastır” ezberlerini unutanların baskısıyla özür dilemek zorunda kalıyor. Anayasa Mahkemesi, “Anayasa Mahkemesinin herhangi bir üyesinin şahsi sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar Anayasa Mahkemesinin kurumsal görüşünü yansıtmaz” açıklaması yaparak, adeta üyesinin ne kastettiğine dair beyanına değil, ondan çıkarılan anlamlara itibar ediyor.

Bir “ışık”tan geldiğimiz yere bakın! Buradan uzaklaşıp ışığa ışık muamelesi yapsak, ona hakkı olan evrensel itibarı bu ülkede de iade etsek iyi olacak.

Babam sık sık “En kötü sivil idare, en iyi askeri idareden iyidir” derdi. Birilerine atfen değil, gerçekten inandığından! Alın benden de o kadar.

O kadar, çünkü karanlığın en ağır olduğu ve ışığın esamesinin okunmadığı dönemlerdir darbe dönemleri. Yaşayarak gördük!

Anayasa Mahkemesi’nin “her türlü demokrasi dışı girişimi reddetmekte ve demokratik hukuk devletinin yanında durmakta” olduklarını açıklama zorunluluğu duyması da yazık!

O kadar çok derdi var ki memleketin konuşulacak!

İşsiz sayımızın azalması, misal! Ne kadar konuşulsa az. Devletin resmi kurumu TÜİK bir yılda işsiz sayısı 369 bin kişi azaldı diyor. “Ne iş olsa çalışırım” diyenlerin iş bulma umutlarını da kaybedip aramaktan vazgeçtiklerinin resmi bu.

Koronadan ölüyoruz. Ağır hasta sayıları alarm veriyor ve Bakan her akşam uyarıyor; “Ağır hasta sayısını azaltmak elimizde. Tedbirlere uyarak virüsün önüne geçebiliriz.”

Uymayanlar da var tabii ama kimi yerlerde tedbirlere acayip uyuluyor. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın açıkladı işte: “Her gün koronavirüs testi oluyoruz. Hemen hemen her gün. Mutlaka mesai öncesi test yapılıyor. Hamdolsun şu ana kadar iyi getirdik.”

Tedbirlere böylesine uyanlar işi iyi götürüyor. Gelin görün ki, alkolü tedbirsiz tüketenler ölüyor! Alkolün en pahalı olduğu, en fazla vergi alan ülkelerin başında geliyoruz. Devletin içen vatandaşlara karşı aldığı tedbir net; “içmesinler ölmesinler.”

Dün AKP grubuna seslenirken, başarı için almaları gereken tedbiri de dillendirdi Erdoğan; dar kadrocu yaklaşımdan uzak durun, akraba, aşiret işi değil bu dedi. Haklı!

Işık bunları görmek için lazım işte! “Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz” demiş Platon, “hayatın asıl trajedisi bir adamın ışıktan korkmasıdır.”

Ne güzeldir Marş’ı Leonard Cohen’in; “Hala çalabilen çanları çal. / Kusursuzluk dediğin şeyi de unut gitsin. / Her şeyde bir çatlak var. / Işık böylece içeri sızar.”

Işık işte, hep bir çatlak bulup sızıyor!