Kurtulan bir madenci, ‘Bir yıl önce her şey ne kadar iyiymiş’ diyor. Bir anne ve bir eş ‘şimdiyi’ anlatırken, küçük bir çocuk üzerinden ise geleceğe bakıyoruz. Soma’nın dünü bugünü ve yarını

Işık yeraltında kaldı

ERK ACARER @erkacarer, erkacarer@birgun.net

“301 diye diye bizi de alıştırdılar. Katledilen bunca adamı artık tek bir kişi zannediyoruz! Her gün bir kişi ölseydi, son cenaze yeni kalkmıştı.” Bir madenci dostumuzun “katliamda” yaşamını yitiren meslektaşları için yaktığı kısa ağıt bu!
Soma’daki bir otobüs durağında asılı belediyeye ait ilanda; “13 Mayıs 2015 Çarşamba Akşam Namazı sonrası Büyük Laleli Cami’nde Maden şehitlerimiz anısına Kur’an-ı Kerim Ziyafeti ve Dua” yazısı okunuyor. Fıtrat işte!

O durağın önünde, saat 16.00’daki “paşa vardiyasına” yetişmek için servis bekleyen “yaşlı bir madenci” ile konuşuyoruz. Servise binerken, son sözünü yalvarır gibi söylüyor: “Ne olur yazın, bizi kurtarın. Hâlâ köle gibiyiz hepimiz!”


SOMA'DA DÜN: YAŞIYORDUK İŞTE!
“Balık sudan çıktığında nasıl sersemlerse, madenci de yerin altından çıkınca öyle olur. Aslında şimdi fark ediyoruz. Biz aydınlığı sevmezmişiz.”

1994 yılında abisini Soma’daki bir başka maden kazasında kaybeden Hidayet Merdim,  kazanın öncesini, o anı ve geleceği özetliyor: “Abim ölünce annem benim madene girmemi istemedi. Yapacak bir şey yok ama. Çalışacak neresi var? Soma Kömürleri, 1992’ye kadar devlet tarafından işletildi. O yıllarda bir tek ölümlü kaza bile olmadı. Maden 2006 yılında Ciner Grubu’na geçtikten sonra ölümler yaşanmaya başladı. Grup, burayı birkaç yıl çalıştırdıktan sonra, felaket yaşanacağını anladı. Maden tekrar ihaleye çıkarıldı ve Soma Kömürleri tarafından alındı. İşte, böylece felaketin kapısı aralandı.”

Merdim, “şanslı” işçilerden! “Kaza günü kendi vardiyamda çalışmak içimden gelmedi, bir sonrakine girerim diye düşündüm” sözleriyle olay gününü aktarıyor: “Ben girmedim ama yeğenim Okan Merdim içerdeydi. Vardiyası 16.00’da başladığı halde, bir saat önce içeri soktular. Kendi vardiyası dışında çalıştırılırken öldürüldü yani! Facia olduğunu anladığımızda, arkadaşlarımıza yardıma koştuk. Ölenlere maske takıldığına bizzat şahidim. Hatta sedyeleri, üzerilerindekiler canlı izlenimi yaratmak için sallayarak dışarı çıkardılar. Daha az tazminat ödemek için insanları dışarıda ölmüş gibi göstermek istediler! Aileleri tanısın diye ölen arkadaşlarımın yüzünü silmeye başladım.”

Merdim, “facianın geleceğini biliyordum” derken, “aslında bizle hâlâ alay ediyorlar” diye sürdürüyor konuşmasını: “İnanılmaz bir sıcak vardı. Eve gidince başımızın ağrısından duramıyorduk. Hepimin vücudunda yaralar olmaya başlamıştı. Bir ay önce, bugün tutuklu yargılanan Ocak Müdürü Akın Çelik’le karşılaştım. Daha önce emniyetten sorumluydu. Ancak yönetime geçtikten sonra güvenlikle ilgilenmeyi tamamen bıraktı. ‘Abi’ dedim, ‘ben eski halinizi istiyorum, burada bir facia yaşanacak, ne olur kayıtsız kalmayın. İki elini açtı ve bana ‘ne yapayım kardeşim’ diye karşılık verdi. Mahkemede avukatları akıldışı savunmalar yapıyor. Hepsi tutanaklarda. ‘Marjinal gruplar sabotaj yapmış olabilir’ bile dediler. 52 gün hastanede yattım, kendimi duvardan duvara vurdum. Arkadaşlarımın yüzü aklımdan çıkmıyor. Bize bunları yaşatanlar, yüzsüzce işin içinden çıkmak istiyor!”

Merdim, bir yıl önceyi ve bugün arasındaki farkı da şöyle kıyaslıyor: “Kazadan önce iyi kötü yaşıyorduk. Kendimize göre hedeflerimiz vardı. 301 kişiyi değil bizi de öldürdüler. Hem de birkaç kere. İşten attılar, umutlarımızı ve geleceğimizi! 


SOMA'DA BUGÜN: HER ŞEY KARANLIK
Dudu Sidal, insanın üzerinde iki şeyle etki bırakıyor:Şahane küfrediyor ve çok içli ağlıyor. Oğlunu kaybettiğinden beri gözyaşı dinmiyor. Anlatıyor: “Tek oğlumdu, evimizin direğiydi. O gün ‘Başım ağrıyor’ dedi, işe gitmek istemedi. Öldüğü günün ertesi eşi doğum yaptı.”

Bir anne “keşke” diyor. Bu, “ahlaksız sistemin” insanlara neler yaptığını da kısa yoldan gösteriyor “Keşke iki gün sonra ölseydi de evladını görebilseydi.”

Hayatı, bir madenci olan eşini beklemekle geçen Dudu Sidal, artık bekleyecek kimsesi kalmadığından, madenlerin tüm yaşamlarını çaldığından söz ediyor. “Ancak alışkanlık işte” diye ekliyor, “hâlâ kapıya bakıyorum!”

Sidal, Soma’da başka ağır bedeller de ödendiğini anlatıyor: “Oğlum bakardı bize. Hiçbir şeyimizi eksik etmemeye çalışırdı. Hayatımız her taraftan altüst oldu. Oğlum küçük bir zeytinlik almak istiyordu. Hayallerimiz de onların hayalleriyle birlikte öldü. Ruhumuz da geleceğimiz de karanlık! Bizi bu hallere koyanlar da iflah olmasın!


‘Babanız var mı?’
Melike Çağlar’in öyküsü de kazanın olduğu bölgede “bugün” neler yaşandığına dair ipuçları veriyor. “Ben eşimle evlenebilmek için 8 sene mücadele verdim. Dört sene nişanlılığın sonunda evlenebildik. Eşim beni ölünceye kadar el bebek gül bebek yaşattı. Hayatta yapyalnızım. Bir çocuğumla baş başa kaldım. Hayatımın Soma’da devam etmesini isterdim. Ama hem hem ailem hem de eşimin ailesi buna karşı çıktı. Kütahya’ya taşındık. Eşim ikinci kez ölmüş gibi hissettim. Anılarımdan koptum. Şimdi bana ait olmayan bir dünyada yaşıyorum. Çalışmama da izin vermiyorlar.”

Çağlar, günlerce evden kaçıp kaçıp, kocasının mezarı üzerinde yatmak istediğini anlatıyor: “Bir gece önce yanınızda yatan bir adamı buz gibi eve getiriyorlar. Defalarca mezarını açmak istedim. Kendi derdinizle mi ilgileneceksiniz, henüz üç yaşındaki çocuğunuza mı şefkat göstereceksiniz?

Tüm çocukların huyu suyu değişti. Oğlum, hırçınlaştı. Babasıyla olan başka çocukları görmeye dayanamıyor. Oyuncaklarıyla konuşuyor, ‘Sizin babanız var mı?’ diye soruyor.”


SOMA'DA YARIN: 'BURALARDAN GİTMEK LAZIM'
“Mezarlarımız yapıldı biliyor musun?” Bir yıl sonra yeniden karşılaştığınız bir çocuğun ilk sözlerinin bu olması insanı sarsıyor. İki amcası ve dayısını “cinayette” kaybeden Beray Yıldırım, henüz 12 yaşında. Elmadere, Savaştepe’den sonra en çok kaybın verildiği Kınık’ın köyü. Termik santral yapılması planlanan yerlerden biri! Ranta dayalı kâr hırsının açmaya başladığı tahribat açıkça görülüyor. Dağlar büyük iş makineleri tarafından kesiliyor, hallaç pamuğu gibi atılıyor. Aslında çocuklar her şeyin farkında. Beray, “bizi buradan atacaklar” diye anlatıyor: “Kamyonları görüyoruz. Her yer toz duman oldu. Yaşlılar gürültüden rahatsız oluyor. Yakında köyün içinden de geçerler. Burada çocuklar oynar. Kim çocukların başına bir şey gelecek diye düşünüyor ki?”

Türkiye onu bir mezarın başında ağlarken tanıdı. Beray… Şimdi iyi. Ama aklına sık sık “o günlerin” geldiğinden söz ediyor. Tatil günleri, aileye ait birkaç hayvanı otlatmaya o götürüyor. “Mezarlığın yanından geçiyorum, o zaman kendimi kötü hissediyorum” diyor.

Bir yılda değişen bir şey olmamış, hâlâ futbolcu olmak istiyor. Bu hayali gerçekleşmezse, başka yollara da bakacak. Ama babası, amcaları ve dayısı gibi madene girmeyecek. Bunu her şeyden daha net söylüyor. Okul kapanınca, domates tarlasında çalışmaya gidecek. Eğer futbolcu olamazsa diye… Beray, geleceğini biriktirmeye mecbur!

Başka bir hayali daha var… Hayatla ilgili...  Soma’da ve çevresinde geleceğin ne olduğunu gösteriyor bu hayal. Çok içten söylüyor: “Annemi babamı buralardan götürmek isterdim!”

Yüreğimiz Soma’da, öfkemiz sokakta!