Halit Carım, Paris’te okumuş, orada yaşamış bir Osmanlı aydınıdır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de beslediği, Fransızca bir dergi çıkaracaktır: “La Pensé Turque”…

Derginin idare yeri Tanin matbaasının bulunduğu binadadır. Bir çok yayının bulunduğu bina, yazar çizerlerin de uğrak yerlerindendir..

Halit Carim, “Makaleleri, hikâyeleri Türkçeden Fransızcaya çevirecek birini tanıyor musunuz? Her iki dili de iyi bilen birini?” diye küçük bir soruşturma yapar.

Yusuf Ziya Ortaç’ın yazdığını göre düşünürler, hafızalarını yoklarlar, tanıdıkları bikaç ismi yarım yamalak kekelerler. (Portreler, 1960)

Sonuçta “Reşat Nuri”nin adı üzerinde birleşilir.

Hemen nerede oturduğu öğrenilir, adresine mektup yazılır, davet edilir…

İki gün sonra bir Reşat Nuri gelecektir. Ama gelen bir başka Reşat Nuri’dir. Reşat Nuri (Güntekin) yani…



Bizzat benim de tanık olduğum böyle bir isim karmaşası da, Mustafa Baydar’ın başından geçmiştir,

Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladığım 1969 yılında Baydar, düzeltme servisinin şefi idi. O yıllar, düzeltme servisinde çalışan Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Konur Ertop, Ertuğ Karakullukçu, Zeki Yücel ve benimle birlikte bütün gazetenin “Üstat” diye çağırdığı, kendi halinde, içine kapanık bir adamdı. Bütün emeli ve umudu, emekliliğini doldurup kendisini bütünüyle “yazı”larına vermekti. Çünkü, Türk edebiyatı üzerine kitap olacak boyutta 620 kadar dosya biriktirdiğini söylerdi her fırsatta...

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş, bir süre Diyarbakır’da edebiyat öğretmenliği yapmıştı. Ama adı “solcu”ya çıktığından öğretmenlikten ayrılarak kapağı İstanbul’a atmıştı. Bu konu açıldığında “Aman aman” diyerek geçiştirirdi.

Emekliliğinin yaklaştığı günlerde yaşadığı bir olay ise dün gibi hâlâ durmaktadır anılarımın tavan arasında.

“Üstat” o yıllar, Ankara’da ömür defterinin son yapraklarını yazan Yakup Kadri üzerine çalışmaktadır. Cumhuriyet gazetesi için bir yazı dizisi hazırlar, çünkü Yakup Kadri ile hemen her hafta sonu Ankara’ya gidip görüşmektedir.

Fakat yazı işleri diziyi yayına koymakta hiç de acele etmemektedir. “Üstat” ise hem heyecanlı, hem tedirgindir, kimseye de bir şey söylemek yanlısı değildir. Biraz da sanırım Adnan Özyalçıner’in kışkırtmasıyla o yıllar şimdi kullanılmayan konağın üst katında oturan ve yazılarını orada yazan Başyazar Nadir Nadi’ye çıkar “Üstat”...

Ardını şöyle anlatacaktır:

“Kapıyı vurdum girdim. Nadir Bey adımı sordu önce. Mustafa Baydar deyince birden çok heyecanlanmıştı. Hemen odacısı Hasan Efendi’yi çağırdı, çay mı, kahve mi içeceğimi sordu. Ağzım kurumuş ama, bir bardak su istemek bile aklıma gelmiyor. Ve başladı soru yağmuruna: Üniversitede dersler nasıl gidiyordu, çeviriler ne âlemdeydi? Anladım ki beni çevirmen Nasuhi Baydar ile karıştırmış... Güç bela ‘Ben’, dedim ‘aciz kulunuz 20 yıldır Cumhuriyet’in düzeltme servisinde...’ Daha sözümü tamamlamadan Nadir Bey anlamıştı yanlışlığını. ‘Peki peki, hemen hallederiz o sorunu’ diyerek uğurladı beni.”
Ve bir haftaya kalmadan “Üstad”ın Yakup Kadri ile ilgili yazı dizisi tefrika edilecektir.

*Bu yıl da “yeni yıl” kutlu olsun!