Yapanın yanına kar kalır anlayışıyla gemisini yürüten kaptanlara ve Tanrının yürü ya kulum dediği kullara, öbür dünyayı dilinden düşürmeden bu tarafta dünyalığını yapanlara, “adaletin bu mu dünya?” çığlığını şarkının nakaratı sananlara, Âşık Mahzuni Şerif’in “yuh yuh” çektiği “soyanlara, soyup kaçıp doyanlara”, ve Cahiliye dönemine benzer bir dönem kurgulayıp yaşatanlara…

İşkilli B…..

Bazı şeyleri başka bir dile çevirmek zor diyorlar, çeşitli örnekleri sıralıyorlar. Örneğin diyorlar, gel de şu ‘işkilli b….. dingilder!’ sözünü çevir. Ben de diyorum ki, kolaysa onu önceye Türkçeye çevir! Öyle ya, önce ne olduğunu anlayalım, sonra bakalım çevriliyor mu çevrilmiyor mu?

Tamam, tamamını yazmıyoruz ama ne olduğunu hepimiz biliyoruz, bilmiyorsak da büyüklerimize, arkadaşlarımıza, bir bilenlere, çok bilenlere filan sorup öğreniyoruz. Üçü de birbirinden ilginç sözcükler değil mi? İşkilli, tamamını öğreneceğiniz ve b…. ile başlayan o sözcük ve dingildemek! Gel de bunu cümle içinde kullanmayı deneme! Bir de yerli yersiz, çoğu kez de sözü unutmamak için karşımızdakine söyleme isteği yok mu? Böyle bir istek uyandırıyor bu söz işte.
Tabii bu tür sözlerin başkalarıyla akrabalık ilişkileri de var. Hemen aklıma gelense, ‘yazın yediğin hurmalar, kışın g….. tırmalar!’ Yanlış anlamayın, derdim böyle ayıp ya da tuhaf sözcükleri kullanmak değil, sadece denk düştü! Kim bilir belki de en iyi böyle ifade ediliyordur! Neyse umarım yazının sonuna dek böyle bir söz daha aklıma gelmez de, ben de yazının şehvetine kapılıp buraya yazmak zorunda kalmam!

Hem aslında b ile başlayan ve bu sözün ortasına cuk oturacak başka sözcükler de var. Sözgelimi, işkilli beyler dingilder desek de anlamından fazla bir şey yitirmez kanısındayım. Baylar da olabilir bayanlar da, bazıları da, birileri de, siz dilediğiniz sözcüğü yerleştirebilirsiniz oraya.

Tabii her ne kadar Türkçe söylenmiş olsa da ve bizim memleketteki bazı durumları da çok güzel ifade ediyorsa da, evrensel bir tabiatı da olduğunu gözden kaçırmayalım bu işkil vaziyetlerinin. Her durumda geçerli. Aşkta, ailede, ilişkide, evlilikte, evde, okulda, sokakta, sanatta, sporda, vb… En çok da siyasette anlamı ve önemi var elbette! Nasıl olmasın! Çağımız parlamenter sistemlerin, demokrasinin pabucunun dama atıldığı bir çağ. Dünya doğudan batıya, kuzeyden güneye diktatörlerden, diktatör bozuntularından geçilmiyor. Dünyayı da onlar yönetiyor. Göçlerin, ekonomik daralmaların, işsizliklerin beslediği milliyetçilik ve ırkçılığı da eklediğinizde, insanın insana dünyayı nasıl dar, nasıl zindan ettiğini de görüyoruz.

Görüyoruz da, bazen şöyle düşünmeden de edemiyor insan. Bunların hep çevirdikleri bir dümen vardır. Katakulli de denir buna, argodur ama, argo mu kaldı, hem üç kâğıdın argosu düzdili mi olur Alla’sen? Hatta ne Türkçesi ne Arapçası ne İngilizcesi olur.

Bizim sakallı ‘bütün ülkelerin işçilerinin birleşmeleri’ni istemişti ama, bu çağrıyı işçilerden önce patronlar ve onları temsilen başa gelenler duydu ve işçi sınıfının, emekçi halkların, yoksulların değil, kapitalistlerin, faşistlerin, diktatörlerin enternasyonali kuruldu. Onlardan da sık sık “Çiğ yemedim ki karnım ağrısın!” cümlesini duyuyoruz ve ister istemez, üstte bazı sözcüklerini yazmadığımız cümlelerle arasında bir bağlantı kuruyoruz. Nedeni açık değil mi? Hem de gayet açık! Gizli kapaklı, örtülü saklı işleri yavaş yavaş açığa çıkıyor. “Gerçeklerin bir gün açığa çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” nasılsa. O yüzden işkilli be’ler dingilder, hurmalar kışın tırmalar ve karnın da çiğ yediğin için ağrıyordur!

Atasözlerinin sonu yok, ama “Sabahın bir sahibi var!” ya da yine Ruhi Su’yu dinleyerek “Hangi günü gördün akşam olmamış?” diyelim. Hilmi Yavuz’un “Gün akşamlıdır devletlim/ Elbet biz de ölürüz” dizelerini anmayı da unutmayalım. Dingildemek, tırmalamak ve karnı ağrımak da bundan. İnsanın insana uzun cehenneminde bile bir son vardır, “cennete döndü dünya” şarkısını söyleyemesek de sonunda, neresinden dönersek kar diyebileceğimiz bir yangın var şimdi.

Burada üçünü anımsayabildiğimiz ve size daha nicelerini çağrıştıracağını düşündüğümüz sözlerin tamamını herkes biliyor, birbirimizi kandırmayalım, herkes birbirinin bildiğini de biliyor, lafı mı olur aramızda diyemeyiz bu kez. Yani öyle diyemeyeceğimiz bir durum bu. Lafı olur bu kez, hem olmalı da. “Çok alametler belirdi”ği için telaşa da mahal var elbet. Başka şeyler de var, kuyruğu dik tutmak gibi, mezarlıktan geçerken ıslık çalmak gibi, var tabii olmaz mı, her hale, her vaziyete uygun deyimler, veciz sözler gırla! Seç, beğen, al, kullan! Komşusu açken tok yatan da var, tok karnına korkulu rüya gören de. Han-ı İştihayla sofradan kalkmayanlar da var, onlara yağma yok diyen de. Kim demiş şiir boş diye? Hiç vakti geçmeyen, 40 sene, 60 sene, 100 sene sonra tekrarlanan şiirlere bak öyleyse! Bakılsın, ders çıkarılsın diye de vardır bazen şiir. Çünkü bazen siyaset yerinedir, bazen tarih yerine, ama hep bir ahlak çalışır durur içinde. İnce bir ahlak. Tabiat ahlakı. Ağaç ahlakı. Bundandır şiirin de ahlakın da azınlıkta olması!

Yapanın yanına kar kalır anlayışıyla gemisini yürüten kaptanlara ve Tanrının yürü ya kulum dediği kullara, hikmetinden sual olunmayanlara, öbür dünyayı dilinden düşürmeden bu tarafta dünyalığını yapanlara, “adaletin bu mu dünya?” çığlığını yalnızca bir şarkının nakaratı sananlara, Aşık Mahzuni Şerif’in “yuh yuh” çektiği “soyanlara, soyup kaçıp doyanlara”, ve Cahiliye dönemine benzer bir dönem kurgulayıp yaşatanlara…
Bazı be’ler dingilder, bazı şeyler tırmalar ve yenilen bazı nanelerse hem karın ağrıtır hem baş!

cukurda-defineci-avi-540867-1.